34) Biraz umut sürersen tüm yaralar geçer

728 100 11
                                    

15 Nisan 1924



Özlemden daha ağır bir duygu vardı içimde. Daha çok tanıdık bir yere gelmiş olmanın verdiği güven diyebilirim buna. Şehrin kokusuna bile aşina olan bedenim bir an önce limana yaklaşan gemiden inmek için yanıp tutuşuyordu. Buradan gidişimi düşününce içimdeki bu hareketlenmenin biraz gereksiz olduğu beni rahatsız etmiyor değildi fakat bunun üstünde durmamaya karar verdim. Durmamalıyım.

Bu koca yolcu gemisine adım atmadan önce acılarımı ayrıldığım son ülkede bırakmış ve dönmeye karar vermiştim. Ben kendi kararlarına saygı duyan şerefli bir adamdım. Bu düşünce ister istemez dudaklarımda bir tebessümün yeşermesine öncü oldu.

Kollarımı yasladığım tırabzanlara arkamı döndüm, gözlerimi geminin saçtığı beyaz köpüklerden ayırıp biraz ötemde, günlerdir gözlerini benden asla alamayan Madam Min Hee'ye çevirdim ve onun her zamanki gibi bende olan bakışlarını yakaladım. Dudaklarımdaki gülümsemeyi daha da büyüterek başımdaki şapkayı hafifçe kaldırdım ve başımı eğerek ona selam verdim.

Madam Min Hee Londra'da yaşayan ikinci evliliğinin de hüzünle sonuçlanmasının ardından ne yazık ki tüm talihsizliklerimin yanına eklenerek benim olduğum yolcu gemisiyle ülkesine dönmeye karar veren genç adam avcısı olarak da bilinen bir bayandı. Bu ithamı kesinlikle kabul etmez insanın hayatına yeni soluklar getirmesi gerektiğini savunarak ortamdan hızla ve yapmacık bir sinirle ayrılırdı. Yani öyle yaparmış, gemide dedikodular hızla yayılır bunu kim engelleyebilir ki? Herkes birbirinin kulağına bir şeyler fısıldardı.

Keşke dedim içimden keşke yedi gün önce uyuyakalmasaydım da önceki gemiye binmiş olsaydım.

Az önceki hareketim ile genç kadının içinde verdiği bir savaşı bana doğru adım atmak isteyen tarafın kazandığını görmüştüm. Eh, bu bir sorundu ama edindiğim tecrübelerle onu savurtabilirdim.

Hoppa bir herif gibi etrafta dolaşıp durmamın nedeni belki Kore'den ayrılırken kalbimi beraberimde kendimle sürüklememiş olmamdı belki de yalnızca artık bağlanmak denen o kelime benim için bir anlam taşımıyordu. En azından ben bu şekilde düşünme cüretini kendime gösteriyordum çünkü artık daha net bir şekilde görmeye başladığım liman beni heyecanlandırmaya başlamıştı, uzun zaman sonra bu duygu bedenimi henüz şereflendiriyordu.

Her sabah güneşin doğuşuyla tekrar tekrar silinen tahta güvertede yankılanan topuklu ayakkabılarının sesinden oldukça hoşnut olan Madam Min Hee günler süren yolculuğumuzun ardından sonunda benimle konuşma cesaretini gösterebilmişti. Genelde kendimi böyle ulaşılamaz da görmezdim fakat aklına takılan bir durum vardı ki çekiniyordu. İnsanların doğası da böyle değil midir zaten?

"Merhaba Bay Park" Cesaret bayan, cesaret şu zamanlar ihtiyacımız olan en önemli şey ve siz bana selam vermek için fazla geç kaldınız. Belki dün gece verilen yemekli davette masama oturmaya tenezzül etseydiniz aradığınız yeni soluklara güzel bir gece ekleyebilirdiniz zira yıldızlarla dertleşirken pek bir yalnızdım.

"Merhaba Madam Min Hee" Kibar bir sesle onu selamlarken eğilip yere bıraktığım tahta bavulumu elime aldım. Pek ağır değildi yanımda fazla eşya taşımazdım. Gittiğim her yerde bir gezgin olarak anılır çoğu kasabanın genç kızlarının dikkatlerini üzerimde toplar yemek için bile para harcamama gerek kalmazdı. Tam şu anda da yanımda gerçekten göz alıcı bir bayan vardı fakat ben limana kilitlenmiş durumdaydım.

"Yaşananlardan sonra sizi buralarda görmek beni biraz şaşırttı açıkçası."

Vurgu yaptığı kelimeden de anladığım kadarıyla günlerdir benden ayırmadığı gözlerinin sebebi belli olmuştu. Eh, gemide yayılan tek dedikodu karşımdaki alımlı bayanın hikâyesi olsaydı bu pek bir şaşırtıcı olurdu. Şu son anda niyetinizi bu kadar belli etmeseydiniz bayan belki karaya ayak bastığımda sizinle bir akşam yemeği yemeyi düşünebilirdim. Beni tavlamanız için sahiden bir şansı ellerinize bırakabilirdim.

Dördü Yirmi Geçe // ChanbaekWhere stories live. Discover now