-E

114 17 0
                                    

Gelen mesajla ağzım açık kaldı. Cüzdanımdan yüklü miktarda para çıkarıp masaya bıraktığım gibi ceketimi alıp çıktım. Hava bozmuş, yağmur çiliyordu. Ne olursa olsun, o lanet olası kitaptan bir an önce kurtulmalıydım. Her yorgunluğumda ve nefes alışımda yol daha çok uzuyordu sanki. Ayaklarımın, vücudumu artık taşıyamayacağını fark ettiğimde yere çöktüm. Ona olan duygularımı saçma sapan bir çizgi romanla mahvetmek istemiyordum. Üstelik cover çekimleri bitmek üzereydi ve Seul'e geri dönüş yapacaktık. Armylerin nasıl endişeleneceğini tahmin edebiliyordum. Kendime çeki düzen vermeliydim. Zorundaydım.

Gücümü toparladığımda tekrar ayağa kalktım ve daha hızlı koşmaya başladım. Kapıya vardığımda soluk soluğa kalmıştım. Son kez derin bir nefes alıp odama koştum. Odamın kapısını açacakken içeriden gelen sesle donakaldım.

"Sihir, şiire karışır ve son bulur yalan."

Başımı iki yana sallayıp içeriye girdim. Kimse yoktu. Oysa Jimin'in sesini duyduğuma yemin edebilirdim. Deliriyor muydum? Etrafa iyice göz gezdirdikten sonra yatağın üzerinde açık kalan tabletin ışığına yaklaştım. Az önceki sesin yazıya dökülmüş hali italik şekilde beyaz ekranda görünüyordu. Yatakta doğrulup dizimin üstünde oturdum. Tableti elimle kavrayıp dikkatle diğer sayfalara baktım. Bir nokta dahi yoktu. Önceden yaptıklarımı teker teker silip o uygulamayı tabletten kaldırdım. Gözlerimi kapatıp rahatlamışçasına yatakta gerindim. Biraz tavanı seyrettim ve sessizliğin huzuruna bıraktım kendimi, gözlerimi kapatarak.

"Böyle bir günde uyuyor musun?"

Zihnimle rüya görmek için konuştuğumu sanaraktan başımı onaylarcasına salladım.

"Biz senin için endişelenelim. Sen anca uyu."

Tekrardan aynı ses fısıltı şeklinde duyulduğunda içimden, "Ne var ki bugün?" diye kendi kendime sordum. Bu sefer ses gelmedi fakat onun yerine yanıbaşımda sıcaklık hissi oluştu. Kendi nefes alışlarım dışında yüzüme esen sıcak havayla göz kapaklarımı hafifçe kaldırdım. Kaldırmaz olaydım... Kanlı canlı yanımda yatıyordu. Gözlerimi sonuna kadar aralayıp gövdemi yataktan uzaklaştırdım.

"Hyung?!"

Bıkkın bir sesle, "Aramızda sadece iki yaş var, adımla seslensen! Çok mu şey istiyorum Jungkook?" dedi.

Yanağına dokunup gerçek olup olmadığını kontrol ettiğimde "Burada ne işin var?" dedim. Gülümseyerek kısılan gözlerinin seyrine kapılırken dudağından dökülen sözlere odakladım kendimi, belki de sadece dudaklarına.

"Bugün kötü görünüyordun ve diğerlerinin çalışması bitmediği için seni kontrole ben geldim. Ayrıca bir de yarım kalan dansı tamamlarız. Bilseydim, böyle davranacağını iki kez düşünürdüm."

Sinirli bakışlarının tatlılığı bir yana söylediklerini düşününce mantıklı gelmeye başladı. Şu olay yüzünden iyice paranoyaklaşmıştım. Uzandığı yataktan kalkıp gökyüzünü çizimeye çalıştığım mavi boyanmış duvarıma doğru ilerledi. Parmağıyla duvarı işaret edip gülümseyerek başını bana çevirdi.

"Sen resimlerle uğraşır mıydın?" dediğinde içimden, seni gördüğümden beri sırf güzel yüzünü  çizebilmek için çabalıyorum ama o mükemmeliği bir türlü kağıda dökemiyorum. Tıpkı seni sevdiğimi dile dökemediğim gibi, diye geçiriyordum.

Yalnız sorusuna karşı düşünmeden "İşte başladık bir şeylere." diye yalan söyledim.

Gülümsemesi yüzüne yayılırken dişlerimi birbirine bastırdım. Duvarın dibine bitişik koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı. Dikkatimi dağıtan fiziğiyle ilgilenirken "E o zaman başlasak mı?" diye seslendi.

Fake Love '-Jikook-Where stories live. Discover now