Sürgün

308 13 0
                                    

Saray-ı Hümayun'un Has Odasında Sultan Mustafa tahtına oturmuş, karşısında bekleyenleri süzüyordu. Hürrem Sultan, Şehzade Selim, Şehzade Bayezid ve Mihrimah Sultan, akıbetlerinin Sultan'ın iki dudağının arasında olduğunu biliyor, ölümle yaşam arasında durduklarından ses çıkarmıyorlardı. Hürrem ve kızı Mihrimah, Mustafa Han'dan nefret etseler de, bunu artık alenen belli edemiyorlardı. Çünkü onların saçının teline zarar gelse cihanı yakacak bir Sultan Süleyman yoktu artık. Ayrıca alenen söylenecek her nefret ifadesi, Şehzadeler Bayezid ve Selim'in pamuk ipliğine bağlı akıbetlerini kötüleştirmekten başka bir işe de yaramazdı. Yine de onlar hemencecik yenilgiyi kabul edecek insanlar değillerdi. Bu odadan sağ salim çıktıkları anda Hürrem ve Mihrimah saraydan kaçış için planlar kurmuşlardı bile. Tek korkuları Mustafa'nın cellatlarını çağırmasıydı.

Mihrimah Sultan, babasının ve kocasının ölümünden sorumlu tuttuğu ağabeyine olan sevgisini, korkuya ve nefrete dönüştürmüştü. Ağabeyinin idamını hiç istememiş olsa da, gözden düşmesini ve taht hakkını kaybetmesini istemişti. Bunda, öz kardeşleri Selim ve Bayezid'in katledileceği korkusu etkili olmuştu. Fakat hiçbir şey istediği gibi olmamış, ağabeyi Mustafa, idamdan kurtulmuş ve tahta çıkmıştı. Şimdi, Mihrimah Sultan'ın bütün sevdiklerinin hayatı tehlikedeydi.
Nihayet söze başladı Mustafa Han.
"Akıbetleriniz için bir karara vardım."
Hepsi de korkunun pençesinde çırpınıyor, içlerinden dua ediyorlardı. Daha önce kılına zarar gelmeyeceği söylenmiş Bayezid bile korkunun yüreğini sokmasına mâni olamıyordu. Selim'in de beti benzi atmıştı.

"Selim, seni Kütahya Sancakbeyi tayin ettim. Hayırlara vesile olsun."
Şehzade Selim aniden kafasını kaldırıp ağabeyinin yüzüne baktı şaşkın şaşkın. Doğru mu duymuştu? Öldürüleceğine eminken İstanbul'a en yakın sancağa mı tayin edilmişti? Besbelli ölüm korkusuyla yitirmek üzere olduğu aklı ona oyun oynuyordu. Olabilir miydi böyle bir şey? Validesi Hürrem Sultan'a baktı, onun yüzünde de benzer bir şaşkınlık görünce  rahatlayarak, uzun süredir tuttuğu nefesini bıraktı. Fakat neden sonra bunun teamüllere aykırı olduğu aklına geldi ve tekrar korkmaya başladı. Kanun-i Kadim gereğince hiçbir Şehzade, ağabeyleri tahta çıkınca hayatta bırakılmazdı. Hele ki yetişkin ve tutsaklıktan kaçmaya çalışmış bir Şehzade..

Benzer şaşkınlıkları diğerlerinin yüzünde de gördü Selim. Kendini toplayarak "Anlayamadım, Hünkârım." diyebildi sadece.
"Neyini anlamadın Selim? Seni Kütahya Sancakbeyi tayin ettim. Tahta çıktığım gün ordugâhtan kaçmanı unutmuş değilim, ancak nihayetinde bunu babamıza duyduğun sadakat ve önleyemediğin ölüm korkusundan sebep yaptığını da bilirim. İmdi bu kararımla senin yüreğindeki bu korkuyu silip atmak istedim," diye devam etti Mustafa Han, "Bu sana mükâfattır. Yüreğinden korkunun zehrini sök at. At ki bir daha aynı hataya düşmeyesin."

Şehzade Selim kendisini ağabeyinin ayaklarının dibine attı, Sultan'ın eteğini öperken
"Yüce gönlünüzle lütfettiniz Hünkârım," diyebildi.

Mustafa Han kardeşinin omzuna dokunup ayağa kalkmasını sağladı, ardından diğer kardeşine döndü.
"Bayezid, seni de Saruhan Sancakbeyi tayin ettim. Hayırlara vesile olsun." diye devam etti Hünkâr.

Öfke ve korkunun pençesinde olan Hürrem Sultan, şaşkınlıkların en büyüğünü yaşıyordu. O, bu odaya evlatlarını ve canını kaybetme korkusuyla, dizleri titreyerek gelmişti ve can düşmanının ağzından müjdeler çıkıyordu.

"Yüce gönlünüzle lütfettiniz Hünkârım. Bu göreve layık olabilmek için var gücümle çalışacağım." diye karşılık verdi, ağzı kulaklarındaki Bayezid. Ölüm korkusuyla geldiği saraydan taht namzedi olarak ayrılacak olmanın şaşkınlık ve sevincini yaşıyordu.

"Mihrimah, sen Bursa Sarayı'na gideceksin. Münasip bir aday bulunca da seni evlendireceğim." diye sözlerini sürdürdü Mustafa Han.
Önceki kararlardan sevinç duyan Mihrimah Sultan, bu karardan hiç hoşlanmamıştı. Kocası öldürülmüş, mal ve mülkünün çoğu müsadere edilmiş, dul bir kadındı artık.
Zorunlu olarak baş eğdi. Öfkesi ve yılların kibri konuşmasını engelledi.

Cellattan Saltanata - Mustafa HanWhere stories live. Discover now