The Moody Blues - Nights white in satin
"Okula gitmeyecek misin?" Ev arkadaşımın sorusu açık, net, bıkkın ve epeyi halime acırdı. "Gitmeyeceğim." Diyerek yanıtladım onu. Değil okula gitmek, evden dışarı çıkmak dahi istemiyordum. "Gitmem bu hafta."
"Konulardan geri kalacaksın." Dedi endişeli veya ona yakın bir biçimde. Saygı duydum ve ne yalan söyleyeyim biraz da takdir ettim bu tavırlarını ancak fikrim yine de değişmedi. "Toparlarım sonra." Deyiverdim kendimden emin, söylediklerim yapacaklarımın teminatı ve hakikaten de yapabilirmişim gibi. Yüksek ihtimalle toparlayamayacaktım fakat mühim değildi. "Okuldan döndüğümde bir şeyler yapalım o zaman." Dedi bu sefer. "Bu böyle gitmez çünkü." Tişörtünün üstüne geçirdiği sweat yüzünden sesi boğuk da çıksa gayet net bir şekilde "Bir şey anlattığın da yok zaten" dediğini duymuştum.Eee, kolay değildi. "Oğlanın teki hayatımı yerle bir edeceğine dair birtakım şeyler söyledi ve söylemekten kastım eylemleriydi, neler yapabileceğini bizzat gördüm yani" diyemeyeceğim için hiçbir şey anlatmamayı tercih etmiştim. "Bir şey yok dostum." Dedim şakaya vurarak. Bu dostum muhabbeti ikimiz arasında "moralim bozuk ama konunun seninle alakası yok aramız iyi yani" gibi bir şeydi. Kişisel algılamasını istemiyordum. "Seni aradığımda hazırlanırsın." Kafamı salladım. "Dışarıda yeriz bugün."
"Yiyelim." Dedim gülmeye çalışarak.
"Ne yapacaksın şimdi?"
"Film izlerim." Dedim omuz silkerek.
"Harry Potter falan mı yine?" Gözlerini devirişine karşılık, "Yüzüklerin efendisi izlerim belki." Diyerek terse yatırdım onu. "Aman izle." Dedi. "Çıkıyorum ben, sana iyi seyirler."
"Teşekkürler, iyi dersler sana da."
"Sağ ol." Dedi kapıyı kapatmadan önce. Film izlemeyecektim tabii. Onun evden çıktığını anlar anlamaz ayağa kalkıp sağa sola koşmaya başladım. Biri şu hallerimi görse manyağın teki olduğumu ve akıl sağlığımın yerinde olmadığını düşünürdü lakin sinirimi bu şekilde atıyordum. Arada sırada duvarlara tekmeler savurarak, olduğum yerde kanguru gibi zıplayıp depar atmaya kaldığım yerden devam ediyordum. Yaklaşık on dakikanın sonunda daha iyi hissettiğime kanaat getirdim. "Çok iyiyim." Dedim kendi kendime. "Arkadaşımın hayatı benim yüzümden mahvolmadı, dangalağın biri tarafından tehdit edilmedim, süperim ben her şey çok iyi." Ardından olduğum yere çöküp ağlamaya başladım.Bu ağlama hali çok uzun sürmedi ama kısa olduğu da söylenemezdi. Belli bir zaman sonra ayağa kalkıp banyoya yürüdüm. Kendimi evrenin en boktan, lanet ve sorunlu insanı gibi hissediyordum. Bir insana zarar vermekten daha kötü olan şey ona zarar veren şeyin sebebi olmakmış. Dolaylı yollar direkt olanlardan daha dikenliymiş yani anlayacağınız.
Yüzümü yıkarken acaba Kim Taehyung serserisini katletsem kaç sene yatarım diye düşündüm. Yapamazdım öyle bir şey. Şerefsiz adamın avı, son derece merhametli ancak daha ziyade korkak ve büyük lokma yiyemeyecek cinstendi. Ağzımdan çıkışı bile tüylerimi diken diken ediyorken nasıl yapabilirdim ki böyle bir şeyi? Belki, seri katil falan tutmalıydım eğer varsa öyle bir şey. Hatta ondan bana bu bahaneyle iş öğretmesini isteyebilirdim ve böylelikle ben de hayatımın Leona'sını bulmuş olurdum, fena mıydı? Mathilda'dan neyim eksikti? Ne var yani cinsiyet rollerini değişiyorsak? Kadın seri katil diye bir şey olamaz mıydı? Varsa, bana aşık olması ne kadar mümkündü ya da mümkün müydü? Neden olmayacaktı ki? Benim diğer erkeklerden ve ödleklerden, gözünü kan bürümüşlerden neyim eksikti? Karmakarışık hissediyordum. Yaşamadan bilemezdik böyle şeyleri. İnsanlı duygusal bulantılar, ki bu aşk ya da sevgi denilen ikili ilişkilerin benim lügatımdaki karşılığıdır, dışarıdan yorum yapması ne kadar kolaysa içine girince tanımlanması bir o kadar zorlaşan kavramlardı.
"Neyse." Dedim sesli bir şekilde. "Orada arkadaşının hayatı kaymış, kız iflas bayrağının direğiyle harakiri yapmış sen hâlâ neyin derdindesin." Havaya doğru tükürüp kafamı tavana doğru kaldırdım ve sonrasında gidip tekrar yüzümü yıkadım. Aynen, kendi yüzüme tükürdüm.
