26.Bölüm

3.2K 115 45
                                    

Tam şu an zaman durmalıydı. Başım Alparslan'ın gögsündeyken, huzurun kollarındayken... Sanki başımızda hiç dert yokmuş gibi böylesine umursamaz davranırken ikimizinde aklında aynı şey vardı. Emir!

"Hemen evlenelim."

Aceleci tavrı kalbimin kanatlarını çırpmasına neden olurken başımı gögsüne kalkdırarak gözlerine baktım.

Emir'i öldürmekten vazgeçmiş miydi?

Yoksa bütün bu acelesi vazgeçmeyişi yüzünden miydi?

"Dünden bugüne ne değişti Alparslan?"

Gözlerinde gördüğüm hırs içimi yakıp kavuruyordu. İkimizide bu uğurda öldürecekti. Farkında değil miydi? Bence farkındaydı ve bunu bile isteye sürdürüyordu.

"Yarın evlenelim Bahar."

Bulmuştu. Adım kadar emindim flashın onda olduğunu. Ne yapacaktı? Benimle evlenir evlenmez gidip Emir'i mi öldürecekti? Söyle diyordu bir yanım. Ona söyle. Zaten biliyor. Dur demenin, önünde durmanın bir anlamı yoktu.

Sadece "Evlenelim." dedim.

Onunla evlenmeyi, ölene kadar birlikte olmayı bütün kalbimle istiyordum. Evlenebilirdik. Belki yan yana olamazdık ama evlenebilirdik. Huzurlu dansımız burada son bulurken kapı gürültüyle çalınmaya başladı. Muhtemelen gelen Çağındı. Onu da arayıp gelmemesini, her şeyin yolunda olduğunu söylememiştim. Gerçi yolunda olan pek bir şey yoktu. Alparslan gidip kapıyı açtı. Çağın nefes nefese kalmış bir şekilde içeriye girerken bakışları yerdeki mumlara daha sonrada yemek masasına takıldı. Elimi kaldırarak parmağındaki yüzüğü gösterdim.

"Niye nefes nefese kaldın?" diye sonran Alparslan'a "Evleniyor musunuz?" diye sordu.

"Evleniyoruz." dedi Alparslan kapıyı kapatıp yanıma gelirken.

Çağın ne olup bittiğini anlamaya çalışırken kafası karışmış gibiydi. Benim bile kafam karışıktı.

"Hayırlı olsun kardeşim." dedi yüz ifadesini düzeltmeye çalışarak.

Pek başarılı olduğu söylenemezdi. Hatta oldukça başarısızdı. Bu Alparslan'ın gözünden kaçmazdı ama bunu bile irdelemedi.

"Eyvallah."

Bir insanın sesi güler miydi?

Gülerdi. Duyuyordum işte. Sesindeki o güzel, tatlı tınıyı duyuyordum. Ama sevinemiyorum bile. Çünkü biliyorum ki yine o maskeyi taşınmıştı yüzüne. Belki gerçekten mutluydu fakat içinde yanan öfke dinmemiş aksine artmıştı. Bir insanı tanımak sanıldığı kadar güzel bir durum değildi. Tanımak karşınızdaki insanın yükünü sırtlanmaktı. Ben seve seve sırtlanırdım onun yükünüde acısınıda. Fakat Alparslan bu yükü tek başına sırtlanmakta ısrarcıydı. Elimi yüzümü sıkayacağımı söyleyerek üst kata çıktım. Sanırım yaşadığım heyecan yüzünden tansiyonum düşmüştü. Soğuk suyu yüzüme çarparken ağlamamak için direniyordum. Alparslan flashı bulmuştu! Ve bilerek susuyordu.

Acaba flashın daha önce bende olduğunu anlamamış mıydı?

Anlasa kızmaz mıydı? Ona söylemedim diye suçlamaz mıydı beni?

Titreyen ellerimi yıkayarak lavabodan çıktım.

Çağın kapının önünde bekliyordu.

"Flash'ı bulabildin mi? Şirketteki kasaya kadar baktım hiçbir yerde yok."

"Aramaya fırsatım bile olmadı. Bence Alparslan flashı buldu." dedim sessizce.

Alparslan duyacak diye ödüm kopuyordu.

HEZEYAN Where stories live. Discover now