PAST BÖLÜM 5: "DECISION"

179 29 19
                                    

"Esen sert rüzgârların uçurduğu yapraklar yere düşerken sessizce izledi ağaçlar."

***


Gözlerim açılan kapı sesiyle yavaşça aralanıp kapandı, SeongSeong'un yanında uyuduğumdan ne olduğunu bilmiyordum. Koridorun ışığı gözlerimi rahatsız ederken yattığım yerden kalktım, SeongSeong verdikleri uyku ilacının etkisiyle hâlâ uyuyordu. Gözlerimi aralayarak gelen kişiye baktığımda Seojun Ajusshi'yle karşılaşan gözlerim irileşti. Uzun bir süredir SeongSeong ateşini kontrol etmek dışında gelmiyordu, annem de arada sırada bizi kontrol etmek için geliyordu ama gelmesinin sebebinin bizi kontrol etmek olmadığını saniyesinde anlamıştım. Gözlerim onun üzerinden ayrılıp SeongSeong'a kaydığında güzelce uyuduğunu gördüm, dudaklarım yana kıvrılırken gülümsedim. Uyuyan SeongSeong kesinlikle çok tatlıydı, bu yüzden onu uyandırmamaya çalışarak yataktan aşağıya indim. Seojun Ajusshi'nin yanına ufak adımlarla geldiğimde bana gülümseyerek hafifçe eğildi.

"San, seninle biraz konuşalım mı?" diye sorduğunda dudaklarımı büzerek başımı salladım. SeongSeong'a kısaca bakarak benim koridora geçmemi bekledi, ardından da kapıyı kapattı. Onunla hemen yan taraftaki çalışma odasına geçtiğimizde kapıyı arkamdan kapatarak sakince konuşmasını bekledim. Gergin görünüyordu, ellerini birbirine yaslayarak masasının önündeki küçük sehpaya oturdu.

"Benimle ne konuşmak istiyordunuz?" diye sordum tepkilerini izleyerek.

Derin bir nefes alıp yutkundu. "San, ben..." Biraz ara vererek konuşmasına devam etti. "Seonghwa'yı Amerika'ya göndermeye karar verdim." Tamamen tepkisiz kalarak söylediği şeyi hazmetmeye çalıştım, sanki üzerime bir şeyler devrilmiş de altında kalmışım gibi hissediyordum.

"Bunu neden bana söylüyorsunuz?" diye sordum tedirginlikle, bir şeylerin ters gittiği çok belliydi.

Üzgün bakan gözleri gözlerimden ayrılmadı. "Çünkü Hansol, Chain'i öldüren adam bu sefer de Seonghwa'nın peşinde. Onu güvende tutmanın tek yolu da ülkeden dışarıya çıkarmak ama..."

Devamında gelecek şeyi tahmin ederek konuşmasını devam ettirdim. "Ama SeongSeong gitmek istemez."

Başını sallayarak söylediğimi onayladı. "Çünkü sen buradasın." Açık sözlülüğü karşısında ne diyeceğimi bilemedim, o adamın SeongSeong'a zarar verebilme ihtimali beni korkutuyordu. "Ayrıca Hansol'un Chain'e yaptıklarını düşünürsek sen de güvende değilsin."

"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordum kaşlarımı çatarak, aklım karışmıştı.

"Hansol onun sevdiklerine saldıracak, San," dedi kısaca açıklayarak. "Sana, senin ailene, bana, abisine, bulabildiği herkese... Seonghwa henüz çok toy, tehlikeyi anlayamayabilir."

Başımı sallayarak onu onayladım, aileme zarar gelebilirdi ve o adam bana da zarar verebilirdi. Sonuçta saldırıda tek zarar verdiği kişi SeongSeong'un annesi değildi, Yeonah noona da annesini kaybetmişti. Benim ne SeongSeong'u, ne de onun değer verdiği insanları kaybetmesini izlemek gibi bir niyetim yoktu. Ani verdiğim kararla başımı dikleştirdim. "Bunu bana bırakın, Ajusshi. Ben çözeceğim." Yapmaya karar verdiğim şey gözümü korkutsa da bunu onun için göze alacaktım.

Seojun Ajusshi şaşkınlıkla bana baktı. "Ne yapacaksın ki?"

"Siz hiç endişelenmeyin," dedim yüzüme geniş bir gülümseme yerleşirken. "SeongSeong Amerika'ya mutlaka gidecek!" Ona zarar gelmeyecekti, gelemezdi. O adama bunu yapması için fırsat veremezdim, ucunda SeongSeong'u kaybetmek olsa da.

"Peki, sana yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

"Yok," dedim açıkça, bunu ben halledecektim.

Başını sallayarak onayladığında SeongSeong'un yanına dönmek için arkamı döndüm. "San," diyerek bana seslendiğinde durdum, ne istediğini anlamak için başımı ona çevirdim. Oturduğu yerden kalkıp masasının başına giderken gözlerim onu izledi. "Belki almak istemezsin ama Chain'in isteği olduğu için yapabileceğim bir şey yok." Masanın çekmecelerinden birisini açarak içinden tanıdık bir şey çıkardı, kaşlarımı çatarak onu izledim. Gülümseyerek çekmeceyi kapatıp elinde tuttuğu şeyi bana uzattı, ufak bir tereddüt etsem de minik adımlarla yanına gidip uzattığı şeyi elinden aldım. Bir kitaptı ama sıradan bir kitap değildi. Başlığını okuduğum anda gözlerim doldu.

"Elveda," dedim sesimin titremesine engel olamazken.

"Chain senin almanı istedi," dedi kendisinden emin bir sesle. Başımı kaldırarak ağlamamak için kendimi zor tuttuğum gözlerimden akan yaşlarla ona baktım.

"Teşekkür ederim," dedim içtenlikle. "Ona çok iyi bakacağım."

Gülümseyerek elini uzatıp başımı okşadığında benim için ikinci bir aile gibi olan insanları sonrasında göremeyeceğim gerçeğiyle yüzleştim, kararım beni öyle bir yere götürüyordu ki SeongSeong'un bile affedeceğini sanmıyordum. "Hadi, Seonghwa'nın yanına git," dedi Seojun Ajusshi şefkatle. Başımı sallayarak odanın çıkışına yöneldim, burada kitap raflarının arasında yere oturarak SeongSeong'un bana bir şeyler okumasını özleyecektim. Onu çizmeyi, piyano çalışını duymayı, onunla piyano çalmayı özleyecektim.

Kapıyı açıp koridora çıktığımda içten içe onunla vedalaşmam gerektiğini bilerek odasına yöneldim. Elveda'da geçen her satırın Merhaba kitabında bir karşılığı vardı, bu yüzden ona bu kitaptan geçen satırlarla veda edecektim. Gitmesi gereken günde ona elveda derken, bunun bir merhabasının olmasını dileyecektim. Onu asla unutmayacaktım ama hayatında da olmayacaktım. Küçük kalbimin acıyla ezildiğini hissederken derin bir nefes alarak odasının kapısını açıp içeri girdim, kapıyı arkamdan dikkatle kapattığımda hâlâ uyuyan SeongSeong'a çevirdim gözlerimi. Masasına doğru ilerleyerek Elveda kitabını oraya bıraktım, kitabın son sözleriyle ona verdiğim her zaman yanında olma sözünü tutamayacaktım. Ellerimi uzun kollu tişörtümün kumaşını çekiştirerek gizledim, yavaşça ona yaklaşarak yatağın ucunda durdum. Ellerimi yatağa yaslayarak üzerine çıktığımda kenara oturarak SeongSeong'a doğru eğilip ellerimden birisiyle saçlarını alnından çektim, yine terlemişti.

"Üzgünüm," dedim dudaklarım titrerken. "Sana verdiğim sözü tutamayacağım. Her zaman yanında olamayacağım belki ama seni unutmayacağım da." O adamın dikkatini çekecek şeylerden uzak kalması gerekiyordu, bu benden de uzakta olması demekti. Ellerim titrerken gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. "Yine de yanında olmayı her şeyden daha fazla istiyorum. Özür dilerim, SeongSeong. Beni asla affetmeyeceksin, biliyorum ama yaşayacaksın, bu da bana yeter."

Yaşayacaktı, annesi gibi bizi bırakıp gitmeyecekti. Bunun için onu bırakmaya bile razıydım. Ellerimle yüzünü okşayarak bütün detaylarını aklıma iyice kazıdım, saçlarına geçirdiğim elimi yavaşça boynuna indirirken ona fark ettirmeden sarıldım. Başımı göğsüne indirerek kalp atışlarıyla nefes alış verişlerini dinledim, hayatta olması her şeye değerdi. Onunla oynayamamak, bir daha asla onu izleyememek ya da onunla konuşamamak sorun değildi. Onu görmeden de yaşayabilirdim, sonuçta bir yerde benden uzakta bile olsa yaşıyor olacaktı. SeongSeong'un annesine bile acımayan, onunla hiç ilgisi olmamasına rağmen Yeonah noonanın annesini öldüren bu adamdan uzakta kalması gerekiyordu. Bunun için yapacağım şeyden korkmuyordum, pişmanlık duysam da yaşadığını kendime hatırlatarak çektiğim acıya son verebilirdim. Onun için her şeyi yapabilirdim, buna ondan uzak kalmak da dâhildi. Yavaşça kulağına doğru eğilip ona son sözlerimi söyledim, ona ilk vedamı ettim.

"Son gece biraz fırtınalı diye denize çıkma umudunu yitiren bir denizci gibi elveda dedim sana, oysa bir merhabana bakardı doğan güneşle birlikte seninle sonsuz denizlere açılmak. Bana elini uzatıp git derken bile aklından geçenleri dinlemedin ve fırtınalı denizde kaybolup gittin; oysa seninle fırtınalı denizlerde bile hayatta kalabilirdik biz. Bana elveda dedin çünkü sen kendine bile merahaba diyemeyendin. Şimdi benden sana bir elveda, üzüldüğün her an sana bir merhaba."

UNFORGETTEBLE | SANHWADonde viven las historias. Descúbrelo ahora