i love you

774 35 4
                                    

Stratford, Londra 1613

sonbaharın rüzgarı kendini ufak beyaz tanelere bırakmıştı. tepede bir kış güneşi duruyor ama bu keskin soğuğu biraz bile alıp götürmüyordu. zaten bizim gençlerin bunu önemsediği yoktu, kanları sıcak akıyordu, delikanlılardı sonuçta. pazar günü olması ile birlikte tüm semt kutsal tapınaklarına çekilmiş, ibadet ediyorlardı. bu sebeple bomboştu sokaklar, el ele tutuşup kimse görmediğini için rahat etme vaktiydi. bir an güneşin güzelliği kapatacak bir bulut geçti önlerine ve bununla birlikte kuvvetli bir rüzgar koptu.

"jeon, elimi tut- lanet olsun hiçbir şey göremiyorum." bir koluyla yüzünü örten büyük abi, küçüğünün ellerini kavramış ve onunla koşmaya başlamıştı. rotaları olan yere bir sokak kalmıştı ve deli gibi koşuyorlardı. kahkahaları bütün şehri inletir gibiydi. bu vakitte sokakta olan birilerini görmek iyi sayılmazdı, bu nedenle daha da bacaklarına yüklendikler. sonunda görüş açılarına giren kahve tonlu ev ile gülüşleri daha da büyümekle birlikte, içlerine küçük heyecan tohumları eklenmişti. bu buluşma için çok çalışmışlardı, ciddi manada bir randevu bu kadar sancılı ayarlanamazdı ama bir şekilde yol bulunmuştu. çok büyük sayılmayacak evin önüne geldiklerinde önce üstlerini başlarını düzeltmiş sonrasında birbirlerine bakıp ellerini sıkmış, birbirlerine destek olmuşlardı.

küçük olan elini kaldırıp kapıya vurdu ve kapının açılmasını beklerken, büyük olanda sokağın başını sonunu hızlı bir şekilde kontrol ediyordu çünkü bu yaptıklar iş çılgınlıktı. ama hallerinin bir romalı* olması engel değildi bu fikirlere çünkü öyle bir zamanda yaşıyorlardı ki, bir erkeğe aşık olmayı onu dostça bile doğru dürüst sevemezdiniz. eğer ölümleri bu yolla olacaksa her an ölüme hazırlardı. ne kaybedecekleri ne de bir ufak korkuları vardı, sadece biraz daha fazla sarılmak içindi tüm bu tedbirleri.

kapı uzun bir süre açılmayınca aşıklar kapıyı tekrar çalacaklardı ki, birkaç eşyanın düşme sesini fısıltılar ve kilit sesi takip etti. nefesleri tutulu bir bekleyiştelerdi ki yaşça büyük olan adam kapıyı açmış ve onlara bakıp sıcak bir gülümseme verdikten sonra kapıyı tamamen açıp içeri buyur etmişti. ellerini bir an bile ayırmayan ikili, içeride yanan şöminenin sıcağıyla biraz da olsa gevşemişti. kapıyı onlara açan adam bu tatlı heyecanlarına gülmüş kendi gençliğini izlediğini hissetmişti. "bir hydra* olsanızdı keşke, o zaman daha da mesut olurdunuz." gençlerin yüzünde minik bir tebessüm oluşturdu bu söyler. ne demek istediğini çok iyi anlamışlardı, onlar da isterdi bunu.

çok geçmeden salona buyur edilmişlerdi onlara kapıyı açan adam birazdan döneceğini söyleyip arka odaların birine gitmişti. ikili de bir koltuğa çökmüş etrafı inceliyorlardı. orta halli birinin sahip olamayacağı parçaların yanı sıra çok sıradan ama şık parçalar da vardı. iyi bir zanaatkarın ellerinden çıkmış gibiydiler. uzun sayılmayacak bir bekleyiş sonrasında kapıyı adan adam asıl adam ile birlikte çıka gelmişti. buraya onları kabul eden beyefendi şimdi karşılarındaydı. onu gördükleri an ayağa kalıp saygılı duruşlarını yitirmediler. önlerine yürüyen asıl adam tek tek ellerini sıktı ve gözlerinin içlerine o kadar derin baktı ki, ikili gizli saklı neleri varsa hepsi ortaya çıkmış gibi hissetmişti. evin sahipleri karşılarındaki üçlü koltuğa dip dibe oturmuştu.

"benimle tanışmak istediğinizde açıkçası bunu çok fazla düşündüm çünkü emekliliğimin birinci yılını bitirmek üzereyim ve bu dönem bana uğrayanlar genelde süt satanlar ve beni deli gibi sevip, nefret edenler oluyor. bir tablo istediğinizi söylediğinizde bunu bana söylemeniz başta saçma geldiyse de yanı başımda duran aşkımın sizin derdinizi çözeceğini fark ettim. kendisi van gogh, çok sevgili hayat arkadaşım ve yıllarımın hüznü, aşkı, heyecanı. onunla tanışmanızı çok isterim fakat bu tanışıklıktan diğerler insan müsveddelerinin haberi olmasın, rica edeceğim." derin ama bir o kadar da kibar sesin sahibi onlara o kadar sıcak yaklaşmıştı ki içerine biraz da şaşkınlık eklenmişti, ünlü bir yazar böyle davranır mıydı ilk tanıştığına?

"merhaba efendim, öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz için cidden çok mutluyuz ve tekrar teşekkür etmek istiyoruz. tabii ki bundan kimsenin haberi olmamasına dikkat ederiz elbette ki." söze büyük olan girmişti. "merakımı mazur görün efendim fakat, sevdiğiniz hiç tanıdık gelmiyor. yani ben tüm sanatçıları bilirim. gizli olanları bile girer çıkartırım fakat bu beyefendi hiç tanıdık değil." saygısızlık etmemeye dikkat ederek merakını gidermek istediğinde, gerilmiş olan jeon da elini sıkıp destek oluyor gibiydi.

"william ile saklı bir ilişkimiz var aynı zamanda ben işimi açık yapmam herkesin yüzümü gördüğü bir ressam değilim yani. siz gençler ricada bulundunuz ve biz de bunu gözden geçirdik. aksi taktirde ben zaten shakespeare imzalı her satıra bir tablo biçerim." vincent, daha da yaklaştı williamına. sözü ona verir gibi,

"beni sevdiğini söylemiştin ama bir bardolatry denir mi sana?" küçüğe yönelik konuşması işe heyecandan öleceğini hissetti jeongguk. "evet efendim. yani bence öyleyim de değilim de. emin değilim böyle olmalı mıyım? aşkınızı örnek almak saçma geliyor bana. mazur görür eğer bu ağır kaba laf ederse fakat sizin aşkınız size özel. benimki ise kendime bu bardolatry kadar bağlı değilim size eminim ki. benim tek bağlılığım yanımdaki can acım, çocuklukluğum, yazım veya kışım. yani efendim sizi, sizin aşkınıza laflarınız için severim, benzer yaşamlarımız sebebiyle." öyle bir konuşmuştu ki küçük olan büyük çiftin dudakları gerilmiş, yanındaki kalp daha da hızlanmış biraz da çekinmişti sanki. alışıktı bu ani laflarına fakat karşılarındaki adamlar önemli insanlardı ve biran da böyle laf etmesi utandırmıştı. engelleyemediği bir gülüş onu ele geçirdiğinde,

"peki o hâlde genç adam, gayet iyi anladım. bu tavrın çok hoşuma gitti. umarım ki ömrünün her anımda can sızın devam eder çünkü o olmadan boşluk dolmuyor." dedi bay shakespeare. "elleriniz hâlâ nemli*, ne olursa olsun kaybetmezsiniz birbirinizi. somut bir kaydetmeden ziyade soyuttur dediğim çünkü her şeye rağmen aşk yarı yarıya."

iki aşığın da elleri içiçeydi, bir çiftinki nemli ve taze ötekilerin ise nemli ve yorgun. aylarca böyle devam eden bu süreç william shakespearenin fiziken ölümü ve vincent van goghun acıdan zihinsel ölümü gerçekleşmiş kulağını kesmesi de bunları takip etmişti. saklamaya çalışılanlar yok olmuştu. hiçbir çiftten eser kalmamıştı, her şeyi yok edip hiçbir ilişki yokmuş gibi göstermişlerdi. vincentın tabloları ün kazanmıştı bu yüzden verdikleri emekler boşa gitmişti. eşcinselliğe yapılan saldırılardan kaçan taekook çifti de anılarını saklayıp gitmişlerdi. hiç var olmamış gibi tüm anıları ile ülkeden gittiklerinde, 400 yıl sonra ortaya çıkan o ilk günkü tabloları tek dayanaktı onların aşkı için. aşk yarı yarıya diyen gençler nemli elleri buruşana kadar birlikte kalmış yalnız ve acısız bir ölümle veda etmişlerdi dünyaya. kim bilir belki de kaçtıkları, hiç gitmedikleri ayinlerin tanrısı biraz da olsa onların tarafındaydı.

romalı*: o dönemde mağrur kişilere denirdi.
hydra*: yunan mitologyasında dokuz başlı bir ejder. efsaneye göre kesilen baş yerine iki baş bitermiş
*kuru el o dönem zayıflık ve iktidarsızlık anlamına geliyordu.

bunun benzeri hiçbir kurguya rastlamadım benzerini de görmek istemiyorum çünkü bu özel bir kurgu çalınması en son istediğim şey bile değil. umarım sevmişsinizdir.

instagram: vaoenic orada da güzel şeyler yapıyorum uğrarsanız sevinirim.

stratford, londra 1613Where stories live. Discover now