PRİMO TÜRK ÇOCUĞU NASIL ÖLDÜ?

1K 19 10
                                    

Annesi Türk ve İslam dininden olmayı istemeyerek babasından boşandı. İtalya'ya gitti. Primo, evde yalnız kalmıştı. Bu yalnızlık hoşuna gidiyordu. Zaten o yabancı kadının, o düşmanın aralarında ne gereği vardı? Şimdi Fransız okulundan da çıkmış, bulvarın sonundaki büyük okula, bu Türk ocağına girmişti. Bir ay içinde Türkçeyi öğrendi. Bu ne güzel dildi. Bir gün babası:

"Primo, sana bir Türk ismi koyalım!" demişti.

Hemen sevinerek razı oldu:

"Koyalım, Enver, mesela..."

"Bu Türkçe değil."

"Öyleyse Niyazi..."

"O da değil."

"Tuhaf, şaka yapıyorsun baba... Türkler'in kullandıkları bu adlar nasıl Türkçe olmaz?" diye güldü.

Ve babası kendisi ile eğleniyor sanıp, ciddileşti. Kaşlarını çattı. Kollarını göğsünün üzerinde çaprazladı. Dik dik baktı. Babası onun sertliğini bozmak istiyor gibi kucağına çekti:

"Şaka yapmıyorum, yavrum, bu adlar Türkçe değil."

"Ya nece?"

"Arapça."

"Türkçeler başka mıdır?"

"Başkadır."

"Ne gibi?"

"Mesela Oğuz, Turhan, Orhan, Cengiz, Turgut, Alp..."

"Oh Oğuz, Oğuz... Oğuz koyalım." diye ellerini çırptı ve babasını boynuna sarılarak sordu:

"Bu, büyük bir adamın adı mıdır?"

"En büyük Türk'ün adı."

"Bu bir paşa mı?"

"Hayır, Türkler'in ilk hakanı... İlk Türk hakanı... Her milletin olduğu gibi Türkler'in de mitolojisi vardır. Oğuz Han gökten inmiş ve sülalesi Türkler'e hükmetmiş."

"Oğuz... Oğuz... Beni bir kere çağırınız bakayım."

"Oğuz..."

"Buradayım..."

Mini mini vücudu dimdik oldu. Göğsünü ileri çıkardı ve bir kahraman vaziyeti aldı. Babası tekrar onu kucakladı. Öptü:

"Sen bir aslansın yavrum, aslan bir Türk. Adın tarihe geçecek." dedi.

Primo bir dakika düşündü. Adını tarihe geçirmek, bu nasıl olurdu?

"Bir adamın adı tarihe nasıl geçer?"

Babası onun kumral ve kıvırcık saçlarını okşayarak cevap verdi:

"Gayet büyük ve yüce bir şey yapmakla. Herkesi hayretten şaşırtacak bir kahramanlık göstermekle..."

"Pek güzel, pek güzel." dedi.

Ve o andan itibaren büyük şeyler düşünmeye, takındığı Oğuz adına layık hayallerle uğraşmaya başladı. Fransızcayı anadil olarak biliyordu. Babası, ona sarı kaplı ve "Mavi Bayrak" adlı kitap getirdi. Küçük Oğuz, hep onu okuyor, rüyaları Cebe'nin orduları ve Cengiz'in sarayları ile doluyordu. Derslerini bitirdikten sonra "Mavi Bayrak"a dalar, saatlerce okurdu. Sabahleyin ilk işi gazeteleri gözden geçirmekti. Trablus'ta alçak İtalyanlara öyle darbe vuruluyordu ki!..

Bir gün babasına sordu:

"Biz Türk müyüz?"

"Şüphesiz yavrum."

"O halde evdeki uşak, aşçı, hizmetçi niye Rum?"

Babası düşündü. Oğlunun bu milliyetçiliği hoşuna gitti. Öyle ya, insan Türk olduktan sonra, hiç olmazsa kendi yurdunu olsun Türkleştiremez miydi?

KaşağıOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz