on beş.

14.3K 928 678
                                    




Perdenin Ardındakiler, Ellerim Seni İstedi

"Çok uykum var," dedim esneyerek, kafamı geri attığımda. Öğle arasındaydık ancak benim hala sanki ilk teneffüsteymişiz gibi uykum vardı. Onu dinleyip daha önce uyumalıydım, zira derslerin hepsinden yarı ölü gibi uyumama rağmen hala uykum vardı.

"Kızım dört teneffüstür kahve içiyorsun," dedi Doğu, kafasını sallayarak. "Kahve komasına gireceksin."

Merdivenleri çıkarken, ben ne kadar ruh gibiysem o kadar enerjikti. Elimdeki kahveden bir yudum daha aldığımda üzerimdeki siyah kazağın kollarını çekiştirdim. Kahve hiçbir
işe yaramıyordu. Hatta bence bende ters etki yapıyordu, düştüğüm halin başka bir açıklaması olamazdı.

"Ben sınıftan bir şey alacağım," dedi bana dönerek. "Geliyor musun?"

Kafamı onaylarcasına salladım. Doğu ve Yamaç  aynı sınıftaydı. Zaten sayısallarda sadece üç şube vardı. Ben, Selen ile aynı sınıftaydım. Yalkın da Doğuların sınıfındaydı. Bu sınıfa normalde bu yüzden neredeyse hiç uğramazdım ancak artık sorun yoktu. Zaten her şey, geceye son verildiği ve güneşin doğuşunun başladığı şafak söküşü gibi birden ortaya çıkmaya başlamıştı. Benim açımdan bu böyleydi çünkü o hiçbir zaman benden nefret ettiğini bana söylememişti. Bunu söyleyip duran bendim, bariz bir yalanı dile getirerek kendimi inandırmaya çalışıyordum sadece.

Bana bulaşmamıştı. Bir kıza laf attığımı hatırlıyordum, sonrasında bana insanlar üzerinden eksik olan özgüvenimi tamamlamaya çalışan bir zavallı olduğumu söylemişti. Yamaç ile ettiği kavgalar da hesaba katılmıştı. Nisan ile Selen hiç iyi anlaşamıyorlardı. Kısacası, bu maruz kaldığımız ve biçe binilen son kaçınılmazdı. Ancak yaklaşık iki sene sonra işte bu noktadaydık ve bulunduğumuz noktanın bize biçilen son ile uzaktan yakından alakası yoktu.

Ona çekildiğimi farkındaydım. Bunca sene ondan nefret ettiğimi kendime kabul ettirmemin sebebinin de bu olduğunu biliyordum. Salak değildim, sadece kendine kör ve sağır olmak isteyen bir kızdım. İçimde zaten yeterince ses vardı, bir de Yalkın'ın ismini bağıran sesleri duymak, onların varlığını hissetmek istemiyordum. Bunu durdurmazsam olacak şey sadece buydu.

Onların sınıfına girdiğimizde, öğle arası olduğundan sınıf bomboştu. Doğu kapıyı kapattıktan sonra en arkanın bir önündeki sırasına doğru ilerledi. Bu sınıfa çok gelmesem de Yalkın'ın cam kenarında son sırada tek başına oturduğunu biliyordum. Çantasından cüzdanını aldığı sırada, sınıfın kapısı açıldı ve Yamaç içeri bağırarak girdi.

"Lan Doğu!" diye bağırdı Doğu'nun yanına ilerlerken. "Olay var, gel çabuk."

"Ne olayı amına koyayım?" diye sordu Doğu, kaşlarını çatarak. Cüzdanını cebine atmış, Yamaç'a doğru ilerliyordu.

"Sen az gel," diye bağırdı. "Destina naber yavru kuşum?"

"İyi," diye cevapladım onu kısık bir sesle ancak iyi falan değildim, bunu günlerdir onlar da farkındaydı.

Doğu, acele ile Yamaç'ın peşine takıldığında ikisi de sınıftan çıkmıştı. Sınıftan çıkmak için bir adım attığımda, aklıma düşen fikirle olduğum yerde durdum ve doksan derecelik bir dönüş yaparak cam kenarının en arka sırasına, yani onun sırasının olduğu yere doğru ilerledim.

Oturduğu sırada bir defter açıktı ancak ders ile ilgisi olmadığı belliydi. Yanında bir kitap duruyordu, kapağı kapalıydı ancak derste bunu okuduğunu anlamıştım. Kitap Tutunamayanlar'dı. Kitabın üstüne telefonunu bırakmıştı, siyah telefonunda kulaklık takılıydı. Kantine indiğini biliyordum, onu az önce kantinde görmüştüm. Yine çok yorgundu, sanki her geçen gün daha da yoruluyordu. Belki bu en başından beri böyleydi, belki o hep çok yorgundu, sırtı taşıyamayacağı yükler altında ezile ezile bu hale gelmişti. Sadece bunu yeni fark eden bendim, fark etmem benim için tehlikeliydi çünkü fark etmeden önce bile nefretle kendimi kandırarak ona çekildiğimi biliyordum. O zamanlar her şey kontrolüm altındaydı, şimdi o bu kadar yorgunken hiçbir şeyi kontrol edemiyordum.

GECENİN DÖRDÜ | TEXTINGWhere stories live. Discover now