21. Bölüm

2.5K 175 136
                                    

858. Gün: Dilek Ağacına Gömülmüş Kalp

-Geçmiş-

Yüzüme esen rüzgarı iliklerime kadar hissettim. Sanki beni saran bir anneymiş gibi ya da yüzüme yakın bir şekilde konuşan sevdiğimmiş gibi hissediyordum ama sıradan bir rüzgardı. Sadece bana değil, herkese esiyordu.

Kulağımda yankılanan müzik ağlamam için beni içine çekiyordu sanki ama ağlamıyordum. Ağlayamıyordum. Kabullenmiştim sanırım bazı şeyleri. Ağlasam da değişen hiçbir şey olmayacaktı, sadece gözlerim acıyacaktı.

Yeni şarkıya geçtiğinde hemen telefonumu cebimden çıkardım ve az önce dinlediğim şarkıyı açtım. Döngüye alabilirdim aslında ama kolaya kaçmak istemiyordum. Kendi isteğimle şarkıyı tutmaya çalışıyordum.

Aşırı depresif halim benim bile canımı sıkarken oflayarak kendimi kumların üzerine bıraktım. Hava kararmak üzereydi ve ben tek başıma o çok sevdiğim sahilde kendime üzülmemeye çalışıyordum. İtiraf edemesem de Bora'nın bana aşık olduğuna ve beni, bana anlattığına inanmıştım. Olabilirdi, o da benim gibi yapabilirdi ama umudumu kıran bir şey oldu. Ayrıntılar ekledi. O an uyduramayacağı kadar güzel ayrıntılar... İşte o an kalbimi dilek ağacının altına bırakmıştım.

Yanıma biri oturduğunda bakışlarımı kararan gökyüzünden çekmedim. Tehlikeli biri olabilirdi ama kendimi dünyaya kapatmıştım.

Kafasını, gökyüzüme soktuğunda mavi gözlerle karşılaştım. Tehlikeli birinin gelmesinden daha mı iyiydi yoksa daha mı kötüydü bilmiyordum şu an. Gökyüzünden bir parça alınmış gibi mavi olan gözlerini görünce zorlukla tuttuğum yaşlar, benim kendi rengini bile bilmeyen gözlerime doldu. Çağatay suçlulukla bakışlarını benden kaçırdığında gözlerimi yummuştum.

"Seni bu denli üzdüysem özür dilerim. Eğer zaman makinem olsa kesinlikle yapmazdım o şeyi. Üzülme lütfen."

Gözlerimi araladım. Kendisi yüzünden bu kadar üzüldüğümü sanıyordu. Kendisi yüzünden burada depresyona girdiğimi sanıyordu. İnce ruhu beni daha da üzerken doğrulup ona sarıldım. Şaşkın bir şekilde kolları havada kalmıştı ama hemen sardı beni.

"Senin suçun yok. Beni üzen sen değilsin ama iyi hissetmem için uğraşan sensin."

Çağatay'a bu konu hakkında hakkını yiyemezdim. Üzgün olmama izin vermiyordu tanıştığımız zaman içerisinde. Bunu şimdiye kadar sadece Bora yapmıştı ama roller değişmiş gibiydi. Yine de kalbim Bora'yı arıyordu. Her ağladığımda yanıma gelip beni teselli etmesini bekliyordu ama olmayacaktı. Artık on iki yaşında değildik.

"Kim seni üzdü? Bora, değil mi?" 4 harfi duyunca istemsizce gerildim. Bu Çağatay için koca bir cevaptı. Sanırım artık kendimi, hislerimi tutamıyordum.

Ondan ayrıldım ve yerdeki kumlarla oynamaya başladım. "Bana anlatabilirsin. Üzülmem ya da başka birine söylemem."

İtiraf etmemi istiyormuş gibi yüzüme bakıyordu ama söyleyemezdim. Söylersem kendime ihanet ederdim çünkü.

Aklıma daha önce kurguladığım bir olay geldiğinde omuzlarımı iyice indirdim ve Çağatay'a bakmadan anlatmak istedim. Belki yanlıştı ama Bora'yı sevdiğimi söylesem hiçbir şey değişmeyecekti.

"Aslında konu tam olarak Bora değil." Yutkundum ama yalanım boğazımı yakıyordu şimdi. Çağatay merakla beni izlerken birkaç saniye tereddüt ettim. Yalan söylemek ne kadar doğruydu şu an?

Aklımdaki yalanı bir kenara bıraktım. Yapamayacaktım. Hem yalanı söylesem bile işler daha çok karışacaktı çünkü Bora yerine Bartu'yu sevmiyormuş gibi gösterecektim. Bir nevi kendimi kurtarıyordum da bu nasıl kurtarmak?

3316 GÜNWhere stories live. Discover now