Bölüm 7: Doğa

61 3 2
                                    

Barış duyduğu ses ile bir süre duraksadı. Ne diyeceğini bilemedi ama böyle beklemeye devam ederse Doğa telefonu kapatabilirdi. “Merhaba Doğa. Ben Barış.” Dedi en sonunda. Bir süre karşı taraftan ses gelmedi. Yüzüne mi kapatacaktı? “Barış mı?” dedi karşı taraftaki ses. “Hayatında kaç tane Barış tanıyorsun?” diye sordu genç adam sabırsızca. “Tanıdığım bir tane Barış var. Kendileri baya hödük biri.” Dedi karşı taraftaki ses. “O benim işte.” Dedi Barış. Bir süre daha sessizlik oldu. Doğanın ne diyeceğini merak ediyordu. Belki de neden onu aradığını sorup yüzüne kapatacaktı. Belki de hiçbir şey demeden yüzüne kapatacaktı. “Neden beni aradın?” diye sordu. Bir kere daha fark etmişti ki Doğa kesinlikle telefonu yüzüne kapatacak kadar kaba biri değildi. “Seninle konuşmak istiyorum.” Dedi genç adam bir çırpıda. Yine bir sessizlik olmuştu. Doğa sözlerini özenle seçiyor olmalıydı. Belki de sadece sinirliydi ve sakinleşmeye çalışıyordu. “Daha bugün bana benimle arkadaş olmak istemediğini söyledin ve şimdi benimle konuşmak mı istiyorsun? Konuş bakalım.” Dedi. Dediklerinde haklıydı. Ne dese hak ediyordu ama o böyle biriydi. Başta sadece bunu Doğa için yapmıştı. Şimdi ki yaptığı şeyi ise kendi için yapıyordu. Uzun zaman sonra ilk kez kendi için bir şey yapıyordu. “Yüz yüze konuşmak istiyorum. Yüz yüze özür dileyebilmek için.” Dedi Barış. Yine bir sessizlik olmuştu. Hayır mı diyecekti? Hayır desin istemiyordu. En azından, belki de son kez onu görmek istiyordu. “Tamam.” Dedi karşı taraftaki ses. Doğa bir insana hayır diyemeyecek kadar nazik biriydi. Ne kadar nazik biri olduğunu bir kere daha anlamıştı. “O zaman bir saat sonra sahilde her zaman ki oturduğumuz bankta olur musun? Bal’ı da getirirsen sevinirim. Hayal onu çok özledi.” Dedi Barış.

“Getiririm.”

“Görüşürüz.”

“Görüşürüz Doğa.”

Ve telefonu kapattılar. Barış bir süre elindeki telefona baktı. Sonra çok oyalanmadan üstünü değiştirip aynada son bir kez yansımasına baktı. Aynadaki görüntüsünden memnun olduktan sonra aşağı indi. Salondaki Hayalin yanına geldi. “Haydi Hayal yemek vakti. Çabucak yemeğimizi yiyelim sonra Doğa ablanla, Bal’ı görmeye gideceğiz.” Dedi Barış. Hayal duyduğu ile babasına baktı heyecanla. “Oley!” diye bağırdı ve koşarak babasının bacaklarına sarıldı. “Hemen yemek yiyelim.” Dedi ve babasından ayrılıp koşarak mutfağa gitti. Barış da onun peşinden gitti. Yemek yemeye başladılar. Barış bakışlarını tabağından kaldırıp küçük kıza baktı. Hayal hızlı bir şekilde yemeğini yiyordu. “Hayal biraz yavaş ye. Boğulacaksın.” Dedi Barış. Hayal olumlu anlamda başını salladı. Yemeklerini yedikten sonra vakit kaybetmeden evden çıktılar. Barış, Hayal’e elini uzattı. Hayal gülümseyerek babasının elini tuttu. Sahile doğru yürümeye başladılar. Sahile geldiklerinde etrafa bakındı ama Doğa ortalıkta görünmüyordu. Kızıyla beraber banka oturup beklemeye başladılar. Ya gelmezse? Tamam demişti. Neden bu kadar sabırsız davranıyordu? Geliyorum derse gelirdi. Doğa öyle biri değildi. Beklemeye devam etti. “Doğa abla!” dedi Hayal. Sonra ayağa kalkıp koşmaya başladı. Barış ayağa kalkıp onun gittiği yöne baktı ve Doğayı gördü. Doğa boşta olan elini Hayal’e uzatıp Hayalin elini tutmasıyla onun yanına geldiler. “Merhaba.” Dedi Barış. “Merhaba.” Dedi. Barış, Hayale dönüp köpekle ilgilenen kızına baktı. “Hayal çok uzaklaşmayın tamam mı?” dedi. Hayal başını olumlu anlamda salladı. Doğaya döndü genç adam ve onun hala ayakta durduğunu gördü. “Oturalım mı?” diye sordu. Doğanın başını sallayıp banka oturdu. Doğanın banka oturmasıyla o da oturdu.

Bir süre sessizce ikisi de denizi seyretti. Denizin dalgalarının sesi onu gevşetiyordu. Böylece oturup denizi dinleyebilirdi ama buraya konuşmaya gelmişti. Bir özür borcu vardı. “Özür dilerim.” Dedi ve bakışlarını Doğaya çevirdi. Doğada ona bakmaya başlamıştı. “Neden böylesin? Tam seni çözeceğim diyorum tam tersi bir şey yapıyorsun. Seni keşfedemiyorum.” Dedi genç kadın. Barış derin nefes alıp verdi. Dengesiz davrandığının farkındaydı ama kendince haklı sebepleri vardı. Bu sebepleri sadece Doğaya anlatamıyordu. “Beni keşfetmek istemezsin. İlgi çekici bir yanım yok merak etme.” Dedi. Doğa bu cevaptan hoşlanmışa benzemiyordu. “Neden sen o kibar erkeklere benzemediğin için mi?” diye sordu alayla genç kadın. Barış onun böyle bir laf çarpmasıyla hafifçe tebessüm etti. Hiçbir şeyi unutmuyordu. Sonra yüzüne ciddi bir tavır takınıp Doğaya baktı. “Daha fazlası var. Harabe içinde bir ev düşün. Yıkık dökük, enkaz halinde, sağlam hiçbir tarafı yok. O ev benim işte.” Dedi genç adam. Sonra önüne dönüp denizi seyretmeye başladı. Doğa ne diyeceğini düşünüyor olmalıydı. Böyle bir cevap beklemediği belliydi. Eğer bir şey demezse de Barış onu yanlış anlamazdı. Bir enkaza en fazla ne denebilirdi ki? “Her harabe tamir edilebilir ve her insan iyileşebilir.” Dedi genç kadın. Genç adam dönüp karşısındaki yeşile çalan ela gözlere baktı. Bu ela gözler ona şefkatle ve farklı bir merakla bakıyordu. Bu karşısındaki kadın kesinlikle onu keşfetmek için can atıyor olmalıydı. Peki iyileşmek? O bir kere iyileşmişti. Nefes onun tüm yaralarını sarmıştı. Sonra da yerine yeni yaralar açmıştı. Şimdi ise onun iyileşmesinin imkanı yoktu. Çünkü Nefes yoktu. “Ben umutsuz vakayım, Doğa.” Dedi. Doğa tam bir şey diyecekken lafını ağzına tıkadı. “Sana dondurma almamı ister misin? Barış göstergemiz olur.” Dedi genç adam. Konuyu kapatmak istiyordu ve Doğa bunu anlamış olmalıydı. “Dondurma değil de limonata mı ısmarlasan acaba?” dedi Doğa küçük bir çocuk munzurluğuyla. Barış onun bu haline tebessüm etti. “Nasıl istersen.” Dedi ve banktan kalktılar. “Hayal!” diye seslendi. Hayal, Bal’ı da alıp onların yanına geldi. “Hayal biz arka kafede olacağız. Siz burada olun tamam mı? Kafeden sana bakacağım.” Dedi Barış. “Tamam babacığım.” Dedi Hayal. Doğa, Hayal’e bakıp saçlarını okşadı. “Bal sana emanet.” Dedi. Hayalin başını olumlu anlamda sallamasıyla kafeye gittiler.

İçeri girmesiyle etrafa bakındı. Her yer masmaviydi ve duvarlarda şiirlerden satırlar vardı. Küçük, şirin bir yere benziyordu. Sahilin göründüğü bir masaya oturdular. Camdan dışarı baktı. Hayal ve Bal gözüküyorlardı. Yanlarına garsonun gelmesiyle iki limonata söylediler. Kısa bir zaman sonra limonataları gelmişti. Doğa limonatasından bir yudum aldı ve camdan dışarı bakıp denizi seyretmeye başladı. Barış da onu izlemeye başladı. Koyu kahverengi saçları omuzlarından beline doğru dökülüyordu. Başına kırmızı bir bandana bağlamıştı. Tamamen baharı taşıyordu. Yüzünü incelemeye başladı. Yüzünde yok denecek kadar hafif bir makyaj vardı ama küçük küçük belli olan çillerini makyaj gizleyememişti. Bu çiller ona daha samimi bir hava katıyordu. Doğanın ona doğru dönmesiyle ela gözlerle göz göze geldi. Akşam güneşi tamamen Doğanın yüzüne çarpıyordu. Güneşin altında bu yeşile çalan ela gözler parıl parıl parlıyorlardı. Gözleri öyle güzeldi ki… Barışı adeta gözlerindeki baharın içine çekiyordu. Sanki burnuna çiçek kokusu geliyordu genç adamın. Gözleri doğayı taşıyordu. Bu kız ismini kesinlikle gözlerinden almış olmalıydı. Bir isim bir insana ancak bu kadar yakışabilirdi. “Bana neden öyle bakıyorsun?” diye sordu Doğa limonatasını yudumlarken. Barış, Doğanın sorusuyla kendine gelmişti. Neden öyle bakıyordu? Sahi ne diye öyle incelemişti kızı? Ne cevap verecekti şimdi? Aklına gelen ilk şeyi söyledi. “Kim olduğunu düşünüyorum. Kim bu Doğa?” diye sordu genç adam. “Doğa…” dedi genç kadın. Bir süre gözleri daldı. Sonra kendini toparladıktan sonra bakışlarını tekrar ona dikti. “Doğa bir edebiyat öğretmeni.” Dedi genç kadın. Demek edebiyat öğretmeniydi. Aslında belli oluyordu. Bazen öyle cümleler kuruyordu ki Barış şaşırıyordu. Tam kendine göre bir meslek seçmişti. Karşısındaki bu narin kızı edebiyat öğretmeni olarak hayal edebiliyordu. “Demek edebiyat öğretmenisin. Başka?” diye sordu. “Dedemle yaşıyorum. Bal hayatımdaki en iyi dostum. Gayet sıradan bir hayatım var.” Dedi Doğa. Bu karşısındaki kadın gayet sade bir kadındı. Kendine yarattığı küçük bir dünyası vardı. “Peki annen, baban?” diye sordu Barış. Bu soru karşısında duraksadı genç kadın. Yüzündeki gülümsemede solmuştu. Yanlış bir şey mi sormuştu? “Annemle, babamı ben bebekken kaybettim.” Dedi genç kadın. Sesi ve gözleri hüzne ev sahipliği yapıyordu. Belli ki bu soru onu üzmüştü. Demek annesini ve babasını kaybetmişti… Genç adam onu çok iyi anlıyordu. Anne ve babanın yokluğunu en iyi o bilirdi. Küçük yaşta o da annesini ve babasını kaybetmiş ve bir yetimhane köşesinde büyümek zorunda kalmıştı. Acıları aynıydı ama aralarında tek bir fark vardı. Karşısındaki kadın gözlerindeki acıyı yansıtmamayı iyi biliyordu. Acıları ile baş etmeyi öğrenmişti. Barış onun aksine öğrenememiş hala acıları ile boğuşuyordu. Bu karşısındaki kadınla ortak bir yara da buluşmayı beklemiyordu ama hayat ikisini ortak bir yarada buluşturmuştu. “Ben çok üzgünüm.” Dedi Barış. Doğa kendini toparlayıp tebessüm etti. “Kalkalım mı? Hava karardı. Dedem merak eder.” Dedi genç kadın. Barışın başını olumlu anlamda sallamasıyla masadan kalktılar. Barışın hesabı ödemesiyle kafeden çıkıp Hayal ile Bal’ın yanına gittiler. “Hayal gidiyoruz.” Dedi Barış. “Hayalciğim sonra görüşürüz.” Dedi Doğa ve Hayal’e sarıldı. Hayalden ayrılıp Barışa baktı. “Güzel bir gündü. Çok teşekkür ederim.” Dedi Doğa. “Ben teşekkür ederim. Yarın yine aynı saatte aynı yerde o zaman.” Dedi. Doğa başını olumlu anlamda salladı. “Tamam. Görüşürüz.” Dedi ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Barış onun arkasından baktıktan sonra kızıyla ters yöne dönüp evin yolunu tutmaya başladılar. Uzun zamandan sonra güzel bir gün geçirmişti.

NAMÜTENAHİ Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang