Bölüm 2

345 26 151
                                    

Kendime geldiğimde nerede ve ne durumda olduğumu anlamaya çalıştım. Düşüyordum. Burası kesindi. Bayağı yüksekten düşüyordum. Bu da tamamdı. Güçlerim yoktu, bileziğim yoktu, nektar ve ambrosiam yoktu. Kemerimde duran hançerim ve bıçaklarım da yoktu. Hah,bir de unutmadan, çarptığım anda püre olacaktım. Durum buydu!

Tutunacak bir yer aradım ama ulaşmam imkansızdı. Bilirsiniz fikirler insana(ya da meleze) en kötü anda gelir ve bunlar kesinlikle iyi fikir olmaz.

Etrafımda dönerek benden uzakta olan duvara yaklaştım. Biraz fazla yaklaşmış olmalıyım ki sertçe duvara çarptım. Üzeri keskin kayalar ve sivri çıkıntılar ile doluydu. Beni taşıma ihtimali olan bir çıkıntı arıyordum ama düşerken bunu yapmak azıcık(!) zordu.

Bakınırken benden bağımsız hareket eden uzun örgülü saçlarım birden bir kayaya takıldı ve ben de kafamın her tarafındaki yakıcı acıyla ve çığlıkla artık düşmediğimi fark ettim. Gözlerim acıdan yaşarmıştı ama yine de ellerimle tutunacak bir yer bulmayı başardım. Ardından da bir ayağımı alabilecek bir çıkıntı. Saçımı takıldığı yerden kurtarıp ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. Her yer zifiri karanlıktı. Sadece aşağıda belli belirsiz bir ışık huzmesi var gibiydi. Aşağısı Kaos'tu ve oraya gitmek kesinlikle iyi bir fikir değildi ama yukarı çıkamayacak kadar dipteydim. Tırmanmaya başlasam bile büyük ihtimalle yorgunluktan bayılırdım, düşüp ölürdüm. O da olmazsa açlıktan, susuzluktan ölürdüm. Eğer inersem, hayatta kalma şansım vardı. İmkansız gibi bir şeydi ama her şeye razıydım.

Kaç saat veya gün geçti bilmiyordum ama zemine ulaşmayı başarmıştım. Di immortales... O kadar sıcaktı ki sanki çektiğim nefes ciğerlerime varamadan buhar oluyordu. İlk birkaç dakikayı başım aşağıda, nefes almaya çalışarak geçirdim. Sonra ise etrafı incelemek gibi bir hata yaptım. Gerçek görüşlü olduğumu bilmiyordum yoksa asla böyle bir şey yapmazdım.

Korkunçtu. Kaos'u olduğu gibi tanımlamak imkansız. Denemem gerekirse: Her tarafta ruhlar, çığlıklar, ölümler, canavarlar... Ölümlü veya ölümsüz olsun, baktıkça canınız acırdı ve bu duygusal ya da ruhsal bir acı değildi. Tamamıyla gerçekti. Sanki... Sanki elinde kızgın demir olan biri onu beyninize batırıyordu, sonra bunu tekrar tekrar ve tekrar yapıyordu. Gözlerim korkudan kocaman olmuştu ama hipnotize bir etkisi vardı, başka bir tarafa bakmak imkansızdı. Beynim her bir korkunç detayı ezberleyene kadar sadece bakabildim. Fiziksel acı dedim ya. İşte, burnumdan ve sol kulağımdan kan akıyordu. O kadar korkmuştum ki yanımda bir şey olsa kendimi öldürmek çok kolay bir yol gibi gelmişti. Sorun görüntüsü değil etkisiydi. Belki de yeraltı dünyasından çok da farkı yoktu ama büyüsü vardı. Dizlerimin bağı çözüldü ve ağlamaya başladım. Sadece korkudan da değildi. Yaşadıklarım, gördüklerim, cezam çok ağırdı.  Emin olduğum şey ise şuydu: Bunları hak edecek hiçbir şey yapmamıştım.

Bir süre sonra ağlamam kesildi. Gözlerimi yerden kaldırmıyordum. Birden aklıma babamın mektubu geldi. Jüpiter Kampı'na gitmemi o istemişti. Eğer isteğini yerine getirmeseydim, başıma bunlar gelmezdi.

Zamanı hesaplamaya çalıştım ama mümkün olmadı. Gezinmeye ve her an beni öldürmeye çalışan şeylerin daha az olacağı bir yer aramaya başladım. Kafama takılan bir düşünce beni rahatsız etti. Kronos'un ruhu da buradaydı. Kaos'a mahkum edilmişti. Benim gibi. Yani Zeus/Jüpiter benim Kronos kadar kötü biri olduğuma mı karar vermişti? Ya da Kronos herkesin düşündüğü kadar berbat değil miydi? Yoksa babam da Zeus ile aynı fikirde olup da buraya gelmemi mi sağlamıştı?Kendime gelmeye çalıştım. Bı düşünceler bana ait değildi. Olamazdı. Olmamalıydı.

Penthlagon'u bulmam lazımdı. Ateş Nehri'ni. Oradan su içersem en azından besin ihtiyacını nedeniyle ölmezdim. Yani beni başka yollarla yok edebilirlerdi. Harika değil mi!? Ne mutlu onlara!!

KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now