1.9 {Final Part.2}

2.5K 209 234
                                    

Bölümü medyaya koyduğum şarkıyla okumanızı önermiyorum. Emrediyorum!

İyi okumalar...
____________________

"İşte bu kadar."

Elimdeki günlüğü yan tarafıma bırakarak önümde duran iki çocuğuma baktım. Min joon şaşkınlıkla beni izliyor, Eun Ha ise hafif hafif ağlıyordu.

Eun Ha merakla "ama anne, sen balkondan atlamadın mı? E ölmemişsin." dedi

Kıkırdayarak cevap verdim. "Çünkü atladığım kat ikinci kattı. Birkaç sıyrıkla kurtulmuştum."

"Peki. Neden benim adım Min Joon? Ölen çocuğunu hatırlatmıyor mu sana?"

Gözlerim dolduğunda derin bir nefes alarak ağlamamak için gözyaşlarımı tuttum. "Sen ona çok benziyorsun Min Joon... Babanla birlikte karar vermiştik sana bu adı koymayı."

"Onu özlüyor musun?"

Ses Eun Ha'dan çıkmıştı. Başımı salladığımda gözyaşımın yanağımdan süzüldüğünü fark ettim. "Evet elbette."

"Çocuklar! Hadi siz odalarınıza geçin."

Kapının önünde çatık kaşlarla iki ergen çocuğuma bakan Jimin'e baktım. Ağlamak üzere olduğum her zaman yanıma geliyor ve o anda sadece ikimizin olmasını istiyordu.

İkisi de usulca kalkıp odadan çıktıklarında Jimin kapıyı kapatıp yanıma geldi. Sıkıca sarıldığında her zaman yaptığım gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım.

Evet on yedi yıl geçmişti belki ama bu katlanılmaz bir acıydı. Şimdi hayatta olsaydı üniversiteli olurdu belki de aşık olur ve beni kız arkadaşıyla tanıştırırdı. Böyle şeyleri düşündükçe kalbim gerçekten çok acıyordu. Bu acıyla yaşamak... Kabir azabından daha fenaydı.

Jimin eliyle saçımı okşarken ben geri çekilip dudağına bir öpücük kondurdum. Tam konuşacakken beni susturup gülümsedi.

"Bugün işler harikaydı. Abin herkese zam yapacağını söyledi. Bunun dışında önemli hiçbir şey olmadı."

Verdiği tepki hoşuma gittiği için ben de gülümsedim. Gözlerini seyre dalmışken Jimin aniden konuştu.

"Hadi hazırlan, yemeğe çıkıyoruz."

Kaşlarımı kaldırdım. "Ama çocuklar...-"

"Onlar büyüdüler Chaeyoung. Biri on beş biri on dört yaşında. Başlarının çaresine bakabilirler."

Başımı olumlu anlamda sallayıp kalktım. Hızlıca hazırlanırken bu yemeğin birden bire neden çıktığını sorguluyordum.

Üzerime salaş kırmızı bir elbise giyip aşağıya indiğimde Jimin beni hızlıca kolumdan tutup çıkardı. Çocuklara haber vermediğimiz için itiraz edecekken beni susturup o konuştu. "Konuşmamız lazım. Çocuklarla alakalı."

Dudağımı büzüp kafamı salladım. Hızlıca bir restoranta vardık. Yerlerimize oturduk ve siparişlerimizi verdik. Yemekleri beklerken Jimin ellerini yumruk yapıp masaya koydu. Ve bana doğru eğildi.

"Konu Min Joon hakkında."

Kaşlarımı çattım. "Ne olmuş ona?"

"Ölmemiş olabilir."

Diğer Min joon'dan bahsettiğini anladığımda gözlerimi kocaman açtım. Kalbim ağzımda atarken aynı zamanda sordum. "Nasıl y-yani?"

"Bir çocuk var tıp okuyor. Bugün bizim şirkete geldi. Etrafı falan gezdi. Bana ve Hoseok'a özlemle bakıyordu. Adını sorduğumda ilk başta 'Min' dedi ve duraksadı. Ardında 'gyu' olarak tamamladı. Ayrıca on beş yaşındaki Min Joon'a da çok benziyordu."

Elim şaşkınlıkla ağzıma giderken itiraz ettim." Ama o öldü. Cenazesi falan yapıldı. Yani..."

"Chaeyoung, onun cenazesine beni ve Hoseok'u sokmadılar. Sen zaten uyuyordun. Onu ölüyken hiç görmedim ben."

Gözlerim dolmuştu. Elini cebine götürüp telefonunu çıkarttı ve bana uzattı. "Baksana şuna."

Kaşlarımı çatarak ekrana baktım.

+0976 *** ** **

Tekrar eski günlerdeki gibi olamaz mıyız?

Küçüklüğümdeki gibi?

"Sen ciddi misin Park Jimin?"

Başını salladı. "Onca mesajın içinde bunu gördüğüme şükret. Eğer yaşıyorsa neden bize öldüğünü söylemişler bilmek istiyorum. Bu çok acımasızca... "

Onu dinlememiş gibi hızlıca bu numarayı aradım. İkimizin de gözleri dolmuştu. Şu anda yaşama ihtimalinin ölü olma ihtimalinden fazla olması ikimiz içinde psikolojik bir rahatlama ve sevinçti.

Telefonu kulağıma götürdüm. Aniden açılmasıyla birlikte hızlı hızlı nefesler almaya başladım. Jimin bana bir şeyler söylüyordu fakat ben sadece telefondan gelecek sese odaklanmıştım.

"Alo. Alo. Orada biri var mı?" hızlı hızlı soru sorarken cevap gelmemesi beni endişelendiriyordu. Derin bir nefes alıp tekrar sordum.

"Alo. Bu numaraya mesaj atmışsınız. Kim olduğunuzu öğrenmek istiyorum."

"Anne..."

Hem telefondan hem de yan masadan gelen sesle birlikte o yöne baktım.

Zaman, hayat, kalp atışlarım. Her şey durmuştu. Çünkü... Yaşlı gözlerle bana bakan bir adet büyümüş Min joon duruyordu karşımda.

Çenem titrerken Jimin'e göz ucuyla baktım. Bilinci kapanmak üzere gibiydi. Tekrar Min Joon'a döndüm. Eğilmişti ve elini dizime koymuştu. Yukarı doğru bana bakıyordu.

Bu mucize miydi?!!

"Anne. Ben hala senin zeki küçük Min Joon'un olabilir miyim?"

Oydu. Rüya değildi, ya da hayal. Tüm gerçekliğiyle yaşayan bir Min joon karşımdaydı. Gözyaşlarım sel olmuşken ona sıkıca sarıldım. O da aynı şekildeydi. Kokusunu içime çektim. Gerçekten de oydu. Benim minik Min Joon'um.

Kim, neden onu sakladıysa onu öldürecektim. En değerlimi elimden almışlardı.

Geri çekilmek için hareket ettiğinde ben onu daha sıkı tutup yüzümü gömdüm. O sırada da arkadan Jimin sarılmıştı ikimize.

"Seni kim neden sakladı Min joon? Biz ne zorluklar çektik biliyor musun?"

Mantıksız bir cevap vereceğinden emindim. Kim neden bizi ondan ayırıp 17 yıl sakladıysa dünyanın en büyük hatasını yapmıştı.

Min joon. "öyle olması gerekiyordu. Sizin hem birbirinizi affetmeniz içindi hem de... Büyükbabam tarafından kandırılmıştım. En büyük hatam sizi değil onu seçmemdi özür dilerim. Çok pişmanım. Daha yeni idrak ediyorum meseleyi. Evde... Herşeyi daha ayrıntılı anlatacağım. "

Babam... Min joon'un nasıl bir zeki olduğunu biliyordu ve bunu kullanmak için her şeyi  yapabilirdi.

Ama 17 yıl beni ondan mahrum bırakmıştı. Onu affetmeyecektim.

Min joon geri çekilip ikimizin gözlerine baktı.

"Anne baba. Artık bir aile olabileceğiz değil mi? "

|The End|

Teşekkür bölümü yayınlayacağım kitabı kütüphanenizden kaldırmayın.

Mistake°Jirosé Where stories live. Discover now