十九

1.2K 134 150
                                    

Gelen siren sesleriyle Donghyuck'un babası kaçmıştı.

Donghyuck ise hıçkıra hıçkıra ağlıyor, yerde kanlar içinde yatan Mark'ı sarsıyordu.

"Mark! Mark, gözlerini aç yalvarırım!"

Bağırdı Donghyuck ama nafile. Genç adama, küçük olanın sesi gitmiyordu.

Minik yumruklarıyla gözlerini ovuşturdu ve Mark'a daha dikkatle odakladı gözlerini. Yüzünde sanki bir huzur ifadesi vardı, siyah saçları alnına dağılmış, teni solmuştu.

Donghyuck dudaklarını birbirine bastırıp hıçkırdı. Polisler varana kadar bir şey yapabilirdi, sonuçta eczanedeydi. Fazla oyalanmadan ayaklandı ve bir sürü sargı bezi bulduktan sonra Mark'ın yanına oturdu. Sargı bezlerini kan içinde kalmış omzuna bastırıp sardıktan sonra kanamayı durdurmaya çalıştı.

Omzunda hissettiği keskin acıyla tısladı resmen Mark. Gözlerini yavaşça açtı, sonra yattığı yerde doğruldu. Gözyaşları içinde, ufak bir bedenin ona bakmasını beklemiyordu tabii ki.

"MARK!"

Donghyuck, sargı bezlerini bir anlığına unutup boynuna atladı siyah saçlının. Mark acıyla yüzünü buruşturunca hemen geri çekildi.

"İyi misin? Hayır, değilsin tabii ki! Biraz bekle, ambulansı aramam lazım-"

Ayaklanıp telefonunu almaya gideceği sırada Mark onun elini tutmuş, yanına çekip oturttu. "Lütfen, Haechan." Yalvarırcasına mırıldanmıştı, omzundaki acıyı gram umursamıyordu. "Benim yanımda dur."

Küçük olan yavaşça başını salladı ve burnunu çekti. Yanakları yaşlardan sırılsıklam olmuştu. Mark, ona sevecen bir şekilde gülümsedi, bir elini kaldırıp yanağına yerleştirdi. Baş parmağıyla yumuşak tenini okşarken Donghyuck tekrar ağlamaya başlamıştı.

"Sa-sana bir şey olsa kendimi asla affetmezdim, Mark. Çok korkuyorum..."

"Şş, ağlama artık. Bak ben iyiyim. Sen ağladığında canım daha çok acıyor, Haechan."

Küçük olan ikna olmamış gibi baktı yaralı olana. Yine de ses çıkarmadı, yanağını avucuna sürttü ve gözlerini kapattı. İki polis arabası eczanenin önünde durana, içeri polisler doluşana kadar öyle kaldılar.

~~

"Anne... O iyi olacak mı?"

"Olacak tabii bebeğim, ne kadar güçlü olduğunu bilmiyor musun?"

"Ama-"

"Ağlama artık bir tanem, hadi."

Donghyuck, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle, kısılan sesiyle yanında annesiyle oturuyordu evlerinin salonunda. Başını, kadının omzuna yaslamıştı.

O olayın üstünden bir gün geçmişti. Polisler, eczaneyi gözetim altına aldıktan kısa bir süre sonra Bayan Lee gelmiş, oğlunu ve yaralı arkadaşını hastaneye yetiştirmişti. Mark ameliyata girmişti çünkü kurşun omzunu delmiş, kemiğine saplanmıştı. Donghyuck her ne kadar uğraşsa da kanamayı durduramadığı için çok kan kaybı yaşamış, vücudu solmuştu. Şimdi ise hastanede dinleniyordu Mark.

Donghyuck ve annesi Bayan Lee'nin de dinlenmesi gerektiği için onlar eve geçmişlerdi. Neyse ki annesine herhangi bir şey olmamıştı, babası, oğlunu korkutmak için öyle demişti. Kadın, oğlunu sakinleştirmek için kiremit rengindeki saçlarını -güneşte biraz açılıp kızılımsı bir renge bürünmüştü- okşuyordu.

yedi renkli manolya // nct dream ✔️Where stories live. Discover now