Plot

1.9K 55 10
                                    

Hepimizin hayalleri vardır.
İstekleri, hayalleri, planları. Açıkçası bunların hepsinin gerçekleşmesi için inanmak en önemli şeydir diye düşündüm hep. Sanırım bu bir gerçek.
Genellikle iki dünyam olurdu benim. Biri hayal dünyam biri gerçek dünya. Tatil günlerinde daha çok hayal dünyamda yaşardım. Ya da yalnız olduğumda. Bana kalırsa en güzeli de buydu. Neyse ki benim gibi düşünen en yakın üç arkadaşım daha vardı. Eğer tek başıma olsaydım muhtemelen aklımı kaçırırdım.
Pekala.
Her şeyimi bu geziye göre planladım ben.
Hayallerim, umutlarım, isteklerim, düşlediklerim.
Londra.
Kendi şarkılarımı söyleyecektim. Hatta yalnız olmayacaktım. Orası için sabırsızlanıyordum.
Londra. Belki de çoğu kişinin hep görmek istediği o yer.
Şanslıydım çünkü bir dil okulu için oraya gitmek için kahvaltımı bitirmeyi bekliyordum.
Tam sütümü bitirdikten sonra telefonum çaldı. Arayan Ada’ydı. Dil okulunda beraber olacağım arkadaşlarımdan bir tanesi.
Aynı okuldayız, uzun zamandır arkadaşız. Ben, Ada, Yaprak ve Elis. Daha fazla bekletmeden telefonu hemen açtım.
‘’Efendim Ada?’’
‘’Umarım evden çıkmak üzeresindir Talya, çünkü ben yola çıktım bile.’’
‘’Hemen şimdi çıkıyordum, çok gecikmeden orada olacağım, söz veriyorum.’’
‘’Tamam, peki. Kızlarla konuştun mu?’’
‘’Elis ile konuştum o da birazdan çıkarım diyordu.’’
‘’Tamam, orada görüşürüz.’’
‘’Görüşürüz.’’
Telefonu kapattıktan hemen sonra ‘’Ben çıkıyorum büyükbaba,’’ diyerek masadan kalktım.
‘’Gidiyor musun yani şimdi İngiltere’ye?’’ diye sordu.
‘’Evet büyükbaba, biliyorsun dil okulu için. Hem bir yıl kalmayacağım sonuçta. Sen Birleşik Devletler’de uzun yıllar kaldın bence bu senin için sorun değildir.’’
‘’Ben üniversitedeydim ama sen daha lisedesin, ayrıca seni çok özleyeceğim. Ama bu senin iyiliğin için. Orada iyi eğlen olur mu? Seni sevdiğimi de unutma.’’
‘’Unutmam büyükbaba, ben de seni çok seviyorum,’’ diyerek ona sarıldım. Daha sonra bavulumu alıp montumu giyindikten sonra evden çıktım. Kızlara çıktığımı haber veren bir mesaj attıktan sonra kulaklığımı takıp otobüse bindim, toplanma yerimize doğru giderken kafamdan milyon tane düşünce geçiyordu.
Londra’yı seviyorduk. İngiliz gruplar, İngiliz oyuncular veya şehir.
Her şeyini seviyorduk. Hayalimiz ise orada bir şekilde sesimizi duyurmaktı. Hayallerimiz oyuncu olmak ya da müzisyen olmak gibi sıralanıyordu. Ada ve benim hayallerim bu yöndeydi.
Elis, tuvallerde nice güzel işler çıkartıp resim yapmak istiyordu. Okulda da hep yapardı. Resim derslerinde en güzel işi hep o çıkarırdı. Gerçekten harikaydı bu konuda.
Yaprak ise fotoğrafçı olmak isterdi. Elindeki imkanlarla bir şeyler yapmıştı hep bu zaman kadar. Profesyonel bir kamera alabilmek için uzun süre para biriktirmek zorunda kalmıştı. Aldığında ise onunla harika işler başarmıştı. Umarım bir gün gerçek bir fotoğrafçı olurdu. Bunu gerçekten bütün kalbimle istiyordum. Bize gelince bu hayalimizi ise orada gerçekleştirmeyi düşünüyorduk. Tabi onların da planları vardı. Dil okulu bahanesiyle de olsa yine de orada olacaktık. Boş zamanımız olacaktı ve o zamanlarda istediğimizi yapabilirdik. En azından biz böyle düşünüyorduk.
Toplanacağımız yer havalimanına pek uzak sayılmazdı. Ben müzik dinlerken, yolun nasıl geçtiğini anlayamadan çoktan varmıştık bile. Hemen inip bavulumu da peşimde sürükleyerek yürümeye başladım. Bir yandan gözüm kızları arıyordu. İkinci kez baktıktan sonra Ada’nın kalabalığın birazcık dışında telefonuyla uğraştığını görebiliyordum. Yanında da Yaprak vardı. Adımları hızlandırırken yanıma biri geldi.
‘’Hey, günaydın! Londra için hazır mısın?’’
Bu Elis’ti.
‘’Ah, evet Elis. Çok mutluyum ve hadi acele et kızların yanına gidelim,’’ dememle beraber neredeyse koşarak kızların yanına vardık.
‘’Sonunda,’’ dedi Ada.
‘’Olabildiğince çabuktuk bence,’’ diyerek önce Ada’ya sonra Yaprak’a sarıldım. ‘’Annenler gelmedi mi Ada?’’
‘’Beni bırakıp gittiler.’’
‘’Pekala,’’ diye cevap verdim.
‘’Yaklaşık bir on dakika sonra havalimanına geçiyoruz, anlatın bakalım neler hissediyorsunuz?’’ diye sordu Yaprak.
‘’Açıkçası ben çok mutluyum. Finlandiya’dan daha güzel olur belki. Elbette oranın bendeki yeri asla değişmez ama Londra’yı da ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz,’’ dedi Elis.
Elis geçen yazını Finlandiya’da amcasının yanında geçirmişti. Finlandiya, Norveç gibi çoğu İskandinav ülkesini gezmişti. Orayı çok seviyordu. Aslında ben de öyle. Eskiden tanıştığım Finlandiyalı bir çocuk yüzünden Finlandiya’yı sevmeye başlamıştım.
‘’Elbette biliyoruz Elis. Açıkçası ben her ne kadar önceden Londra’ya gitmiş olsam da yine de heyecanlıyım,’’ dedi Yaprak.
Yaprak belki de aramızda Londra’yı ilk ve en çok isteyen kişiydi. Teyzesi orada yaşarken onun yanına gitmişti. Neredeyse iki yıl önce. Geri döndüğünde ise orayı çok özlemişti. Teyzesinin yanına gitmek aslında ilk planımızdı ama teyzesi tekrar buraya dönmüştü. Ama ondan, Londra hakkında tüyolar alıp yola öyle çıkacaktık. Açıkçası öğrendiğimiz birkaç şey vardı. Aslında Yaprak’ın tecrübelerinden yararlanmak da cazip geliyordu. Bir yolunu bulacaktık.
Tam Ada ‘’Sonuç olarak Londra’ya gidiyoruz, yani her ne şek-‘’ derken birinin bize seslendiğini fark ettik.
‘’Kızlar, haydi gelin. Gitmemiz gereken bir hava alanı, binmemiz gereken bir uçak ve ulaşmamız gereken bir şehir var,’’ dedi gülümseyerek. ‘’Ama ondan da önce bizi İstanbul’a götürmesi gereken bir otobüs.’’
Kendisi Londra’da dil okulu dışındaki arda kalan zamanda, bize Londra’nın güzelliklerini gösterecek kişiydi. İsmi Deniz’di. Yaşı en fazla yirmi yedi gibi gösterdiği için çoğu kişi ona Deniz Abla diyordu. Duyduğumuz kadarıyla bu böyleydi.
‘’Geliyoruz,’’ diyerek bavullarımızı da alıp hızlı adımlarla yürümeye başladık.
Aslında her geçen dakika biraz daha heyecanlanıyordum. Elis, Ada, Yaprak ve ben çok küçük yaşlardan beri tanışıyoruz ve on iki yaşına geldiğimizde kendimiz sahnede hayal ediyorduk. Beraber olduğumuz zamanlarda en azından bir şarkı söyler, karaoke yapardık. Nedense en başından beri hayalimiz buydu ve aradan dört yıl geçmesine rağmen hala en büyük hedefimizin başında bu geliyordu. Londra’ya dil okulu sayesinde gidip, belki boş zamanımız olduğunda bir kayıt stüdyosu buluruz düşüncesiyle de gidiyorduk. Bu zamana kadar çok fazla kişisel gelişim kitabı okumuşumdur ve çoğu aynı şeyi söyler; inan, umut et, gerçek olsun gibi şeyler. Bizim de en büyük varlığımız buydu muhtemelen. İnancımız ve umudumuz. Ah, bir de Stolen Things var tabi ki. Stolen Things’i muhtemelen biliyorsunuzdur. Son zamanlarda oldukça gündemde olan o müzik grubu. Londra’ya gidince onları görme dileğimiz gibi bir şey de var.
Otobüs yolculuğu biraz sıkıcı biraz yorucu geçse de İstanbul’a vardığımızda rahattım. Çünkü hayallerime bir adım daha yaklaştığımı biliyordum. Otobüsten indikten yaklaşık dört saat sonra Londra uçağımız kalkıyordu zaten. Yemek yedikten sonra havalimanına gitmiştik.
*
Uçakta koltuklarımıza geçtiğimizde Elis beni dürttü.
‘’Sence Logan ile tanışma fırsatım olur mu?’’
Logan, Elis’in en sevdiği üyeydi. Yani Stolen Things’teki. Ama onu daha çok ikizi gibi görürdü. Birbirlerine çok benzediklerini söylerdi. Bir de ‘’O benim ikizim’’ derdi tabi.
‘’Stolen Things’igöreceğimiz bile kesin değil ki Elis. Hem konserleri var mı onu bile bilmiyoruz,’’ diye atıldı Yaprak.
‘’Şehirde olacaklar kızlar. Önümüzdeki hafta boyunca ve sanırım ondan sonraki iki üç hafta boyunca da şehirdeler. Konserleri var. Araştırdım,’’ diyerek göz kırptı Ada.
‘’Ben derslerden başka bir şeyle ilgilenmezsin sanıyordum,’’ dedim gülerek.
‘’Hayallerim söz konusu olduğunda dersleri birazcık boş verebilirim,’’ diye yanıt verdi ve o da güldü.
Derken bilirsiniz hosteslerden biri emniyet kemerimizi nasıl bağlamamız gerektiği gibi şeyleri anlatırken biz de biraz sessiz kaldık. Çok geçmeden de uçak kalktı. Ben Elis ile sohbet ederken Ada ve Yaprak da dergi okuyor, bazen de kafalarını kaldırıp sohbetimize katılıyorlardı. Gözlerimize dikkatli bakarsanız hepimizin ne kadar heyecanlı ve mutlu olduğumuzu görebilirdiniz. Bu bir nevi özgürlük demekti. İnsanlar hayallerine yaklaşınca özgür hisseder derdi büyük babam. Sanırım haklıydı. Çünkü ben böyle hissediyordum.
 

Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now