yedinci bölüm : yaz arkadaşı

450 53 258
                                    

İki gün. Jongin'le konuşmayalı iki gün olmuştu. Sinemaya gittiğimizden- pardon, büyük bir tesadüf eseri(!) orada karşılaştığımızdan beri iki gün olmuştu. 

Sürekli belki mesaj atmıştır diye telefonumu kontrol ediyordum ama hiçbir şey yazmıyordu. Hiçbir şey yazmamıştı. Profil fotoğrafını da kaldırmıştı, artık onu göremiyordum. Sürekli iki gün önce birlikte çekildiğimiz o bulanık fotoğrafa bakıyordum ve midem bulanıyordu. Jongin iki gündür hiç yazmamıştı. 

Her akşam sahile çıkmıştım onu uzaktan da olsa görebilmek için ama görememiştim. Sanki birden kaybolmuştu. Sanki birkaç gündür yaşadığımız o şeylerin hiçbirisi yaşanmamıştı. Sanki birlikte dondurma yememiş, denizde onu boğmaya çalışmamış ve o kahrolası sinemada birlikte hiç film izlememiştik.

Jongin'le birlikte olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemeden önce Jonginsizlik o kadar da kötü değildi. Ama şimdi onun varlığının yakınımda nasıl hissettirdiğini biliyordum. Yanındaki koltukta oturmanın, onu yakından görmenin ne demek olduğunu... Onun gülerken omzuma tutunmasının. Jonginsizlik artık daha kötüydü. Onun eninde sonunda gideceğini biliyordum ama yine de, yine de bu kadar erken olmasını istememiştim.

Buradan gitmesine sadece bir hafta kalmıştı ve hiç değilse hayatlarımız farklı yollara savrulmadan onu yedi gün daha görebilirdim. Ama o her zamanki gibi, tüm hayallerimi yıkıp beni sinirden ağlamamak için kendimi zor tutar halde bırakmıştı. Umutlarımı asla ulaşmaması gereken yerlere çıkarıp sonra da hiçbir şey yapmamış gibi gitmişti.

Sinirle telefonu kapatıp onu rahatsız koltuğun öbür ucuna fırlattım ve öfkeyle duvara baktım. Üzgün değilmişim gibi davranmaya çalıştım. Kalbim Jongin'i bir daha göremeyeceğim için panikten beni bayıltacak kadar hızlı atmıyormuş gibi. Jongin'i gerçekten bir daha göremeyecek miydim? Bu gerçek miydi? Yo, bu gerçek olamazdı. Onu dört yıl boyunca her gün görmüştüm. Okula gelmediği ve hafta sonları dışında her gün. Jongin. Jonginsizlik düşüncesi nefes kesiciydi. Ama kötü anlamda.

Telefonuma uzanıp isminin üzerine tıkladım. Çevrim içi değildi.

Selam yazdım. Sonra sildim. Sahile iniyorum, geliyor musun? Yeniden sildim. 

Bugün denize gidecek misiniz? Annem kahvaltı hazırlıyor, biz gideceğiz. Belki orada birbirimizi görürüz. Seni görmek istediğim için değil, seni yeniden boğma ihtimalime karşılık can simidi almak isteyebilirsin diye diyorum.

Yeniden sildim. Ona mesaj atamazdım. Ona katiyen, asla, ölecek olsam ve tek şifa ona mesaj atmak olsa dahi mesaj atmayacaktım. Bu kadar çabuk pes ediyorsa, bu kadar çabuk sıkılıyorsa kendisi bilirdi. Bu sefer onun peşinden koşan ben olmayacaktım. Belki aptalcaydı, ama bana şu aptal mesajı atana kadar ona asla bir adım atmayacaktım.

Telefonu yeniden diğer tarafa fırlattım ve aynı anda annem beni kahvaltıya çağırdı. Telefona son bir bakış atıp, "Geliyorum," diye bağırdım ve ayağa kalktım.

"Gelirken salatayı da getir," dedi annem balkonda sandalyeleri çekerken.

"Tamam." Salatayı alıp balkona geçtim. Hava düne nazaran biraz daha soğuktu. Biraz ürpererek kendi yerime oturdum ve oturur oturmaz kapı çaldı. 

Olmayacağını biliyordum ama ya Jongin'se? Ancak o aptal mesaj atmak yerine birinin kapısına kadar gelirdi. "Ben bakarım," dedim ve annem bir şey diyemeden sandalyemden fırladım. Normalde kapı bakmaktan nefret ederdim. 

Tam kapıyı açacakken durdum ve önce hızlıca banyoya gidip aynada kendime baktım. Gözümün morluğu azalsa dahi hala yerli yerindeydi. Saçlarım, eh, saçlarım her zamanki gibiydi. Koyu kestane rengi kakülleri biraz da olsa tatlı gözükmek için hafifçe öne çektim ve sonra tekrar çalan kapıya koştum. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Biraz beklese ölür müydü?

Chequered: KIM (aşağılık pislik duygusuz) JONGIN ve benWhere stories live. Discover now