❀5❀

1.5K 159 71
                                    

"Onu unut sen. Öyle bir şey olmayacak."

Bunu demesiyle çok fazla sinirlenmiştim. Gerçekten bu adam beni sinir etmekten başka bir şey yapmıyordu. Onu parçalamak istiyordum. "Ne demek onu unut? Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" kafasını sağa sola sallarken bir yandan da gıcık bir şekilde gülüyordu. Ki zaten o her zaman gıcıktı. Gıcık olmadığı zamanların olduğunu düşünemiyordum bile.

"Jimin, birazdan bir yere gideceğiz ve sende geleceksin. Bu yüzden hazırlan." Taehyung araya girdiğinde onu şu an pek sevmesemde içimden teşekkür ettim. Sonuçta biz ne zaman Jungkook ile kavga etsek, o bizi yatıştırmaya çalışıyordu.

Hepsi teker teker koltuktan kalktığında, bende onlarla birlikte yürümeye başlamıştım." Üstüne bir şey almayı düşünüyor musun?" Hoseok bunu dediğinde direkt üstüme baktık sadece kazak olduğunu gördüm. "Montumu alıp gele-"

"Montunu alamazsın çünkü montun yok. Kurt kolunu ısırdığı için montunu yırttı ve bizde onu attık." Jungkook bana ilk defa anlamlı bir açıklama yaptığında, şaşırmıştım doğrusu. Çünkü genelde boş konuşuyordu. Taehyung birden hareketlendi ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Muhtemelen bana mont getirecekti. Şu an çok gergin bir ortam vardı. Hoseok bana bakıyor, ben yere bakıyordum. Ara sıra gözlerim Hoseok ve Jungkook'a gidiyordu. Gerçekten çok gerici bir ortamdı.

Taehyung elinde siyah bir montla geldiğinde gülümseyerek elindeki montu alacaktım ki Jungkook elimi tutmuştu. Aslında tuttu kelimesi biraz nazik olur, adeta elime saldırmıştı. "Bu benim montum Tae, neden kendi montundan vermiyorsun?"

"Eşyalarını paylaşmayı sevmediğini biliyorum ama bu hariç diğer montlarım ya pis, ya da ıslak." Jungkook sıkıntılı bir nefesle elimi bırakmıştı. Bende montu giydiğimde yine kahve kokusu burnuma dolmuştu. Bu adamın karakteri güzel olmayabilir ama kokusu çok güzeldi. Zaten kahveye bayılan birisi olarak, bu kokuyu sevmemem elde değildi.

Kendime gelerek Hoseok'un açtığı kapıdan kendimi dışarı attım. Dışarı gerçekten soğuktu. Kapının önünde bir araba bizi bekliyordu. Kısa merdivenlerden inerek arabının yanına gelmiştik. Herkes arabaya binmişti ama ben etrafa bakıyordum. Burası sabahları daha az korkutucu oluyordu ama hala korktucuydu.

Jungkook cama vurduğunda kendime geldim ve arabanın kapısını açarak içeri girdim. Yanımda Taehyung oturuyordu. Kemerimi taktım ve Hoseok arabayı sürmeye başladı. Camdan dışarıya bakıyordum ve dışarısı çok güzeldi. Her taraf yeşillikti, evler yok denilecek kadar azdı ve herkesin bahçesi vardı.

"Gideceğimiz yerde çok konuşma ve sadece sana soru sorulursa cevap ver. Tabi senin gibi geveze birisine çok konuşma demek saçma oldu." Jungkook konuşmaya başladığında kafamı camdan çekip dikiz aynasına baktım. Hoseok'un gözlerini görünce kafamı tekrar cama çevirdim. Ona bir cevap vermeyecektim. Çünkü onunla yine laf dalaşına girmek istemiyordum. Ne zaman aramızda bir konuşma olsa sonunda hep Taehyung bizi ayırıyordu. Bu durumdan bıkmıştım. Evet sadece bir günde bundan bıkmıştım. Hatta bir gün bile olmamıştı ama can sıkıcı olmaya başlamıştı.

Taehyung'un bana baktığını hissediyordum. Bu yüzden bende ona baktım. Bana sanki 'ciddi misin sen?' bakışı atıyordu. Bana o bakışı atmaya devam ederken dayanamamıştım, "Ne oldu? Neden bana öyle bakıyorsun?" kafasını öne doğru düşürerek güldü.  "Jungkook'a karşı gelmemene şaşırdım." anlamaz bakışlarım Taehyung'tan Jungkook'a gitmişti.  Ama o hala yola bakıyordu. "Sadece susmaya karar verdim." bunu dememle Jungkook ön taraftan gülmeye başlamıştı. Evet yine sinirlerimi bozacak bir şey diyeceği kesindi. "Kapatma butonunun olduğunu bilmiyordum. Keşke daha önceden söyleseydin, bu kadar uğraşmazdım." daraldığımı belli edercesine nefes vermiştim.

Bu adam beni gerçekten deli edecekti. Ben susmuştum ama o hala konuşuyordu. 

❀❀❀

Yarım saatlik bir yolculuğun sonunda yine saray gibi bir eve gelmiştik. Ev gerçekten büyüktü. 

Şu an hepimiz salonda oturuyorduk. Buraya neden geldiğimizi bilmiyordum veya neden beni de getirdiklerini? Şu an tek bildiğim şey birini bekliyor olmamızdı. Yanımda Hoseok oturduğu için içim rahattı. Ama bu ortam beni fazlasıyla geriyordu çünkü kimse konuşmuyordu. Herkes birbirine kaçamak bakışlar atıyordu ve ben hem geriliyor, hem de sıkılıyordum. "Hoseok buraya neden geldik? Boş boş oturuyor-" omuzumda bir el hissetmemle sözüm kesilmiş ve omzumu tutan kişinin kolunu tutmuştum. Kendi başımın üstünde döndürüp ayağa kalktığımda orta yaşlı birisi beklemiyordum. Bu orta yaşlı insanlar benden ne istiyordu?

"Sakin ol Jimin, sana zarar vermeyeceğim. Sadece sana yardım etmek istiyorum."

"Sende kimsin, adımı nereden biliyorsun ve bana neden yardım edecekmişsin? Benim yardıma ihtiyacım yok." sinirli ve hızlı bir şekilde sorduğumda adam kolumu bırakmış ve çaprazımda koltuğa oturmuştu. Bakışlarım Jungkook'u bulduğunda bana 'sus' işareti yapıyordu. Bende önüme döndüm ve koltuğa oturdum. Buradaki herkesin beni tanıdığını ama benim onları tanımadığımı hissediyordum. Herkes benim hakkımda bir şeyler söyleme hakkına sahipken, ben onlara bir şey dediğimde direkt susturuluyordum. Ama bir Park Jimin asla susmazdı.

"Sorularıma cevap verecek misiniz acaba?" bunu dememle herkesin gözleri beni bulmuştu ama ben sadece bir kişiye odaklanıyordum, şu orta yaşlı adam... "Tabiki Jimin, bütün sorularını yanıtlayacağım." işte bu sözüne inanmamıştım çünkü buradaki hiç kimse sorduğum sorulara dürüst bir şekilde cevap vermiyordu. "O zaman ne duruyorsunuz, cevaplasanıza. Benim adımı nereden biliyorsunuz? Siz kimsiniz? Sizin yardımınıza neden ihtiyacım var?" tek nefeste bunları söylediğimde Jungkook bana sessizce, "Jimin sussana." demişti. "Sorun değil Jungkook, bunları sorması çok normal. Öncelikle, ben Jeon Sunghyun, adını oğullarım söyledi ve neden yardıma ihtiyacın olduğunu yakın zamanda öğreneceksin." içimden resmen şükür ediyordum. Sonunda sorularımda net cevap veren biri karşıma çıktı.  

"Sorularıma net bir şekilde cevap verdiğiniz için teşekkür ederim." bunu derken delici bakışlarım Jungkook'u bulmuştu. Mesajı anlamış olacak ki, yine bana sinirli bir şekilde bakmıştı. O bana bakarken, ben bakışlarımı Bay Jeon'a çevirmiştim. "Beni neden hala burada tutuyorsunuz? Gitmeme neden izin vermiyorsunuz?" Bay Jeon bunu dememle hafifçe gülmüştü. Bakın kesinlikle bu ailede bir sıkıntı vardı. Herkes şizofren gibi gülünmeyecek şeylere gülüyordu. 

"Neden seni bırakmadığımızı bildiğini sanıyordum. Her şey senin güvenliğin için. Burada güvendesin." Bay Jeon'un bu dediğine de pek inanmamıştım çünkü bana göre burası pek güvenli değildi. "Biliyorum beni korumak istiyorsunuz ama şu an beni hapis tutuyormuş  gib-" elmacık kemiğimden akan sıcak sıvıyla sözüm kesilmişti. Hemen arkama baktığımda duvara saplanmış bir ok görmüştüm. Camdan dışarı baktığımda ise hiç kimsenin olmadığını gördüm. Herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu. Hemen ayağa kalkıp duvardan oku çıkarmıştım. Jungkook'ta direkt benim yanıma doğru koşmuştu. Okun dip kısmına baktığımda açılanabilir bir yeri olduğunu görmüş ve hemen çevirmiştim. Jungkook'ta benim heyecanla ne yaptığıma bakıyordu. Okun dip tarafını sonunda açtığımda içinde bir not olduğunu görmüştüm.

"Estás en nuestra tierra ahora, prepárate. Porque vendremos a matarte."

(Artık bizim topraklarımızdasın, hazır ol. Çünkü seni öldürmeye geleceğiz.)

159 okunma ve 43 oy için teşekkür ederim. Elimden geldiğince yazmaya devam edeceğim. Umarım beğenerek okuyorsunuzdur. Eğer beğenmediğiniz bir yer varsa lütfen söylemekten çekinmeyin. (Ve lütfen oy verin.) Jikook'la kalın.

Aurora'

𝑠𝑝𝑒𝑐𝑡𝑎𝑐𝑢𝑙𝑎𝑟Donde viven las historias. Descúbrelo ahora