Y İ R M İ D Ö R T

645 75 67
                                    

Tagert ve Bram'a ne kadar yapmaması için yalvarsam da beni omuzlarına alıp Gryffindor ortak salonunda tüm bina ile bir marş söyleyip, adımı haykırırlarken çoktan yorulmuştum. Bağırışmalar, sarılmalar ve öpmeler ile dolu dolu geçen saatlerden sonra deliksiz uyumuştum. Sabah uyandığımdaysa hiç kabus görmemiş olmanın verdiği rahatlık ve omzumun tamamen iyileşmesi ile erkenden uyanmıştım. Keyifli bir duş ile uzun süredir ilk kez geç kalma korkusu olmadan hazırlanmanın verdiği keyif de bir ayrı oluyordu.

Elbette tüm bunlar yalnızca bir müddet sürebildi. Başımın arkasındaki ses duracak gibi değildi. Flamewood'u öldüreceğin ortaya çıkınca da bu kadar sevecekler mi seni? Gonheart olarak Diabolos'un ihanet edici ve pis kanını sürdüğünü öğrendiklerinde ne olacak?

Tarak elimde, havada kaldı. Aynadaki görüntümle birbirimize baktık. Tarağı kenara bırakıp, ince erkek çocuklarınki gibi dümdüz olan kaşlarımı ovuşturdum. Başıma saplanan ağrıyı geçirmeye çalışıyordum. Gözlerimin dolduğunu ancak kaşlarıma değen kirpiklerimin uçları parladığında fark ettim.

"Erkencisin, Gonheart."

Arkamda Angelina gerinirken yanıma oturdu. Omzuma nazikçe dokundu. "Nasıl oldun?"

"İyiyim," dedim gülümseyip gözlerimi aynada tutmaya özen gösterirken. Peş peşe Olivia, Julia ve Grace de uyandılar. Beraber hazırlanırken hepsinin keyfi, yaklaşan Noel tatili ile fazlasıyla yerindeydi.

Kahvaltı ve dersler de hızlı geçti. Mektuplar ve hediyeler paylaşılıyordu. Süslenen çam ağaçlarından bazıları koridorda yürürken Noel şarkıları söylüyorlardı.

"Flamewood pek suskun," dedi Grace akşamki yemekte. Uzun mu uzun masada Leo'yu buldu gözlerim. Profesör McGonagll'ın onu koridorda özellikle tebrik ettiğini dahi görmüştüm ancak bu bile pek onu tatmin etmiş gibi değildi.

"Kesin ilgiyi kendisi alamadı diyedir," diye mırıldandı Charlie.

"Hayır. Duymadınız mı? Eve dönmesi için mektup bile almamış. Babasının nerede olduğunu bilmiyormuş. Koskoca Flamewood malikanesinde tek bir kişiden haber alamamış."

Hızlıca Leo'ya tekrar baktım. Kollarını masaya yaslamış, dalgın dalgın önündeki hindiye bakıyordu.

Mideme bir Bludger yemiş kadar oldum.

Diabolos... yapmış olamazdı... olamazdı, değil mi?

Korkuya sarılan kalbim mantıklı düşünmemi de engelliyordu. Alden ile konuşmam gerekiyordu. O neler döndüğünü bilirdi.

"O halde bugün, Profesör Longbottom McGonagall'ın onu görmek istediğini söylediğinde bundan bahsedecekti. Yalnızca tebrikten değil."

Charlie şimdi üzgün görünüyordu. Leo'ya ne kadar kızgın durmaya çalışsa da bunun için fazla yufka yürekliydi. O da ona baktı. Thomas Relish muhtemelene onun keyfini yerine getirmeye çalışan bir şeyler anlatırken gülmeye çalışıyor fakat Leo'nun yüzünün pek oynamadığını görünce pes ediyordu.

"Belki de onunla konuşmalısın," dedi Grace önündeki balkabağı suyundan birkaç yudum aldı.

"Kafamı bedenimden ayırabilsin diye mi? Gerçi onu rahatlatacaksa buna da razıyım."

"Hayır. Biliyorsun... aranızdaki son olanlardan beridir de gergin."

Charlie bardağını masaya bırakıp bize doğru eğildi. "Aranızda ne oldu? Kavgadan mı bahsediyorsun?"

Grace'e beni kurtarması için baktım. Charlie'nin şu an Gryffindor masasında gerçekleri öğrenirse bana ne kadar kızacağını biliyordum. Hem Leo'yu öptüğüm için, hem bundan kaçtığım için, hem de bunu ondan uzun süredir sakladığım için.

The Flower on The Cemetery // GryffindorWhere stories live. Discover now