Tekrar merhaba herkese! Güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim, hepsini teker teker okuyorum. Bana sosyal medya hesaplarımdan da ulaşanlar oldu, mükemmel tepkiler alıyorum. Aslında bu bölümü cumartesi günü yayınlayacağımı söylemiştim ama cidden çok istediğiniz için sizi bekletmek istemedim. İyi okumlar...
Yüzüme bir kez daha soğuk suyu çarptıktan sonra dışarı çıktım. Kendimi bir bebeği sever gibi sakinleştirmeye çalışıyordum. Birkaç derin nefesten sonra spor salonuna geri döndüm. Uzaktan Berk'in saçlarını, gözlerini, dudaklarını inceledim. Fotoğraftaki bebeği andırıyordu.
"Eylül?" dedi tok bir sesle, kafasını bana doğru çevirdi. Ona fotoğraftan bahsetmeyecektim, kafası zaten karışıktı. Düğüm olmuş bir ipin düğümlerini sıkılaştırmaya gerek yoktu.
"Geliyorum." dedim ve bulunduğum yere son bir bakış attıktan sonra yanına gittim. "Teyzem için üzgünüm..." dedim sahanın en ücra köşesine bakarak.
"Üzgün olma." dedi gözlerim onunkilerle buluştuğunda utanarak gözlerimi ondan kaçırdım.
"Hazır mısın?" dediği sırada kafamı anlamayarak salladım.
"Neye hazır mıyım?" diye saçma bir soru çıktı dudaklarımın arasından.
"Üstümüze kapıyı kilitleyen, canı benim ellerimden ölüm çeken arkadaşı bulmaya."
Gözlerindeki öfkenin ateşi yeniden harlanmaya başlamıştı, sanki burada durduğumuz süre zarfında içine tonlarca odun yerleştirmiştim ve son verdiği cevabın üzerine bir alev atmıştım, odunların içine...
"Hazır değilim." dedim kararlılıkla.
Tahammül edemezcesine bir nefes aldı. Bir saniyeliğine bile olsa inanmamalıydım öfkesinin dindiğine, işte o an anladım ki; ona asla bağlanmamalıydım, onunla asla duygusal bir bağ kurmamalıydım çünkü öfkesi beni mahvedecekti...
"Bir saniye bile kaybetmek istemiyorum, gelirsen gelirsin." dedi ve arkasını dönüp dün üzerimize kilitlenen kapıya doğru sert adımlarla ilerledi. Her bastığı yer kırılacak gibiydi...
"Gelmezsem?" dedim kapıdan geçip gitmeden.
"Hipotermi geçirmek gibi bir hayalin varsa gelmezsin." dedi ve bir rüzgar gibi kapıdan çıkıp gitti. O an damarlarımdaki kan bile donmak üzereydi resmen. Doğru söylüyordu, biraz daha burada kalırsam donarak ölecektim! Hızla çantamı alıp dışarı çıktım, merdivenlerden çıktıkça ısındığımı hissediyordum. Burnumu çeke çeke sınıfa girdim ve yıllar sonra karşılaştığım bir arkadaşımı görmüş gibi kaloriferin üstüne attım kendimi.
"Eylül..." Kafamı çevirdiğimde Toprak'ın tam karşımda, bana ilgi dolu gözlerle baktığını gördüm. Soğuktan titreyen parmaklarımı hırkamı çekerek örttüm.
"Hastasın, hasta mısın?" Toprak'ın korkmuş gözleri ellerime kayınca öksürdüm.
"Yani... biraz." diye geçiştirmeye çalıştığım sırada elimi avuçlarının içine aldı, utanarak kafamı önüme eğdim.
"Üşümüşsün." dedi, elimi avuçlarına bastırarak ısıtmaya çalışıyordu. Elimi çekip saçlarıma götürdüm.
"Sen çok sıcaksın, ondandır." dediğimde gülmeye başladı. "Merak etme üşüttüm sanırım, etki etmez bana."
İç Ses: Aynen etki etmez Eylül, akşam yatağında kıvranırken görüşürüz seninle.
Eylül: Öyle deme İç Ses, çözmemiz gereken bir gizem var. Sadece ikimiz biliyoruz, sır yani. Bir sakarlık yapıp ağzımdan kaçırmama sebep olursan daha çok hasta olurum bak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN BİNBİR TONU
RomanceEylül gözlerini karanlık bir dünyaya açmıştı bir kere. Kılıcı kırılmış bir şövalyeydi o. En korkusuzu, en acı çekeni öylece duruyordu savaşın ortasında her an bir bomba patlar, bir tetik çekilir diye. Ölmekten korkmuyordu, verdiği sözü tutabilmek iç...