Haramın ne olduğu bilinmeyen, dünya denilen beyaz sofraya konulmuş bir kadeh şarap gibiydi insanoğlu. Tanrı'nın sakarlığı tutmuş da eli çarpmış sanki. Beyaz topraklara dökülen her bir damla kan gibi kırmızı, izi çıkmamış. On yedi yaşımda ise gocunmadan şişeleri boca ettiler. Sev dediler bana, bizler gibi etten, kemikten yaratılan yeşil tanrılara inat yaşa dediler, on yedi yaşını hep sev dediler bana... Sevemedim. "...belki de bunu da hak etmiştim. Tanrı'ya isyan etmiş, benim için yarattığı dün- yayı beğenmemiştim. Kendimi uzak gördüğüm tanrıdan habersiz tek başıma, onun mucizesine şirk koşarak kâinatımı kurmuştum. Bir heykel gibi dikmiştim kendimi ortaya, tüm güzellikler kalemime taptı. Kelimeler kullarım olup parmaklarımdan aktı, günahım akıl almazdı. Onu kızdırdım. Orada öylesine mutluydum ki bencil tanrımı kızdırdım. Kördüm. Güzelliğine kapıldığım dünyamı yerle bir etmesi için kilitlediğim kapılarımı kıracağını, narsist tanrımın dünyamı başıma yıkacağını ön göremeyecek kadar kördüm." Bu dünya henüz on yedisinde olan Kim Jeongguk'un kaleminde yaratıldı. Japon sömürgesinin hüküm sürdüğü 1940'lı yıllarda herkes gibi jeongguk da bir savaş mağduruydu. Terazi misali olan bu dünyanın ortasında kalan genç amatör şairin ise herkesten farklı bir kaderi olacaktı.