2 : Identity.

257 41 203
                                    


2 : I D E N T I T Y

"kimliğini bulmak, sana ruhunu verir."

Göz altları mor. Rengi solmuş dudakları bükülmüş, yanakları yemeye devam ettiği ekmekle şişmişti. Somon ekmeğe sarılmış, onu ısırarak yiyordu.

Koltukta değil, şöminen önünde otururken yanan ateşe fazla yabancı bakıyordu.
Bu kadarını unutmuş olamazdı değil mi? Yani ateşin ne olduğunu...

"Peki ismini hatırlıyor musun?" Diye sorarken elimdeki kahve kupasıyla üçlü koltuğa geçip oturdum.

Kız yanağındaki ekmeğin şişliğiyle bana döndü. Gözleri şaşkınca açık, dudakları da hafif büküktü. "Duysam hatırlarım ama..." Kaşlarını çatıp gözlerini halıya çevirdi. Sonra bana tekrar baktı. "Nasıl bir ismim var gibi görünüyorum?"

Yüzümü buruşturup, "Öyle bir şey söylemek mümkün değil ki." Dediğimde hayal kırıklığına uğramış gibi gözlerini şöminenin ateşine çevirdi.

Üzülmüş müydü? Küskün bir tipe benziyordu. Şaşkın gibiydi bir de. Dışardan bakınca bunlar anlaşılıyordu ama ismini tahmin edemezdim ki. Kaç yaşındaydı acaba? Cılız bir bedene sahipti. Bakışlarında boşluk ve şaşkınlık vardı. Hafızası kayıp olmasaydı, nasıl bakardı?

"Hiçbir şey bilmiyorum işte."

"Ormana nasıl geldiğini de hatırlamıyorsun..." diye söylendim ellerimin arasındaki kahve bardağını çevirirken. "Hiçbir şey. Wow. Kötü olmalı."

"Ama beni atmayacaksın değil mi? Sana zarar vermem." Omzunun üzerinden bana bakarken kaşlarım havalandı.

"Hayır tabii ki de. Seni atacak değilim. Sadece merak ettim. Buralara gelen pek olmaz."

"Nerdeyiz biz?"

"Contentin Peninsula. Cherbourg, Fransa."

"Deniz çok güzeldi." Derken pencereye işaret ettiğinde gerildim.

"Intihar etmeseydin hep güzel kalacaktı kafamda. Ama şimdi denize her baktığımda senin atladığını hatırlayacağım." Diye cevapladım onu, geriye doğru yaslanırken.

Bir an yüz ifadesi durgunlaştı ve mümkünmüş gibi daha da düştü. "Özür dilerim."

"Hayır, özür dileme." Kafamı iki yana sallarken söylediğimi yanlış anlayıp, alınmasından dolayı hata yaptığımı hissederek doğruldum. "Kötü anlamda demedim. Yani senin yaptığın kötü bir şeydi, bir daha yapma. Yani-"

"Sus artık." Sakin bir ton kullanması, emir kipini yumuşattı. Ona bir adım kala durduğum için bana bakan gözlerinin rengini net bir şekilde görebildim. Kızıl kahveydi. Saçları ise kurumuştu, açık kahverengi tonlarındaydı, uzun ve inceydi.

"Kim olmak istiyorsun?" Diye sordum ayakta dikilmeye devam ederken. "İsmin ne olsun istiyorsun? O ol o zaman. Kimliğini bulmak sana ruhunu da verir."

Yüzüme ifadesizce bakmaya devam etti bir süre. Anlamadığını sanacakken gözlerini kaçırıp kaşlarını çattı. "Burası sana neyi hatırlatıyor? Bu deniz?" Diye sordu, gözlerini bana çıkarıp merakla.

"Manş denizi bana Rönesans dönemini hatırlatıyor."

"Tamam. Rönesans olayım."

Pekâlâ. Ciddiydi bu konuda. Tarih falan, bütün bilgisini sıyırıp geride bırakmış olduğu kesindi. Kıskanılacak bir şey miydi? Belki. İnsan bazen bazı şeyleri unutmak isterdi ama bu isteği dışında olunca, büyük bir boşluğun başlangıcıydı. Üstelik bunu isteyip istemediğini de bilecek hafıza kalmıyordu.

"Peki o zaman. Sana Rönesans diye sesleneceğim?"

"Hm. Ben sana ne diye sesleneceğim?"

"İsmim Mark. Bu kadar."

"Hm..." kafasını ağır ağır olumlu bir şekilde salladı, düşünceli gibi bir hali vardı şaşkınlığının yanı sıra. "Işaretlemek gibi mi?"

Hafifçe güldüm. "Evet. Eylem olarak bakılınca öyle evet."

"Güzelmiş. Annen baban var mı? Nerdeler?"

"Onlar Kore'de. Ben buraya hayalimi gerçekleştirmeye geldim." Derinlere inme Mark. "Okuyorum yani. Edebiyat okuyorum."

Dudakları küçük bir o harfi şeklini aldı. "Ne olacaksın büyüyünce?"

"Büyüyünce mi?" Elimde olmadan kıkırdamaya başlayınca gerileyip koltuğa tekrar oturdum. Bana neden güldüğümü sorgular cinsten bakışlar atıyordu. Genzimi temizleyip ifademi toplamaya çalıştım. "Yazar olmaya çalışıyorum. Bir şeyler yazıyorum ama henüz yayımlanmış bir kitaba sahip değilim."

Dudaklarını büzüp kafasını salladı. Sanki hep bunu yapıyormuş da hafızası gidince bile onda kalan tek şeymiş gibiydi. "Acaba ben ne isterdim..." gözlerini yere çevirdi, daldı bakışları.

Tuhaf hissettirmişti. Kendini arıyor da bulamıyor gibi. Bulması zaten imkânsızmış gibi. "Belki hatırlamak istemediğin için unuttun. Bence eski hayatına takılmak yerine yenisine odaklan. Şimdi ne yapmak istiyorsun?"

Gözlerini kısarak bana çevirdi. "Bilmiyorum ki."

"Pekâlâ... Bulana kadar burda kalabilirsin. Hem nereye gideceksin ki?" Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip gözlerimi kırpıştırdım. "Ne yapacağını bulana kadar sana yol gösteririm."

"Teşekkür ederim." Ona baktım. Dudaklarını kıvırmış gülümsüyordu. Içten bir şekilde. Çocuk gibi görünüyordu hatta. Gözleri parlaklık kazanmıştı. "Sen iyi birine benziyorsun. Beni kurtardın. Merak etme bir daha intihar etmeyeceğim."

"Bunu duyduğuma sevindim. Ölüm konusundan pek hoşlanmam."

"Şey... Yiyecek başka bir şeyin var mı?" Somon ekmeğe göz attı.

"Onu bana ver. Sana tost yapayım." Bardağımı orta sehpaya bırakıp bana uzattığı ekmeği alarak mutfağa gittim.

Tost makinesinin fişini takıp dolaptan fıstık ezmesi, peynir ve salam çıkardım. Ekmeğin ısırılmış kısmını kesip tezgaha bıraktım ve kesip tost makinesine yerleştirip kapağını kapattım. Birkaç dakika bekledikten sonra ekmeği çıkarıp tabağa koyup, fıstık ezmesini sürdüm; dilim peynir ve salamı da ekledikten sonra tabağı alıp salona döndüm.

"Evet, Rönesans-"

Kaşlarım çatıldı duraksarken. Şöminenin dibinde kıvrılmış yatıyordu, uyuyakalmıştı. Bu hareketi kaybolmuş birine göre fazla çocukçaydı.

🌊🌊🌊

hikâyeyi kaldırmıyorum, arada bölüm yazıyorum, o an ne hissedersem, sadece 21 yaşımı boş geçirmemek için her gün hikâyeyi görüp 21 olduğumu hissetmek için. daha çok hislerimle ilgili ve hatırlatıcı olmasını istediğim bir fic. öyle işte 💖

21 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin