S Â Y E

420 76 22
                                    


•••

Ruhu katran karasına bulanmış, yorgun bir adam.
Benliği acılar içinde kıvranan, gölgesine sığınmış küçük bir kız çocuğu.

Kaderin attığı silleyle yaşamaya mahkûm bırakılan iki öksüz beden.

Adam bilmiyordu; ne sevmeyi, ne de sevilmeyi.
Kadın bilmiyordu; ne sevmeyi, ne de sevilmeyi.

Ta ki o' ana denk.

Ruhu kanatılmış, avuç içleri yaralarla bezenmiş bir kız çocuğuna denk. Yaralar vardı, yaralar yüreği tutuşturan her yerdeydi. İkisi de hak ediyordu sevmeyi, sevilmeyi.
Adam ansızın denk geldi küçük kıza. Yarasına, ruhuna karıştı.
Küçük kız inandı, sonra güvendi.
Sonra... sonra ise sevdi. Sevildiği gibi.

Adam ruhunu adadığı küçük kızın pointlerini diktiğinde aslında bilmiyordu; bu hareketiyle neye sebep olduğunu. Küçük volkan yürekleri tutuşturdu. Dipteki kız çocuğuna umut oldu. Küçük kız çiğ tanesi kadar bile olsa o umuda tutunmuştu. Aynı zamanda korkuyordu, tekrardan yerle bir olmaktan.

Ve işte o'an da bir rüzgar esti,
sözler verildi.

"Sen dipteki kız çocuğu; kanatılmış rûhuna ışık, acımadan kanattıkları yaralarına şifa olacağım.
Bekle beni..."

"Sen uhrevi adam; gölgene karışacağım. Ruhuna dokunacağım, yaralarımı bir bir saracağım o'anı gözlüyorum. Bekliyorum seni..."

•••

ELİF REİSOĞLU
10.02

D İ P | TextingWhere stories live. Discover now