29

1.5K 200 204
                                    

mutlaka medyayı izleyiniz daha sonra da üzerine basılı tutarak döngüye alıp bölümün sonuna dek medyayla okuyabilirsiniz. 



.

wooyoung: labaratuvardayım 

wooyoung: teşrif edersen deneyi yapıp raporunu tutalım

san: kütüphanedeyim

wooyoung: yani?

san: deney bende demedin mi yap gitsin işte sonuçları da bana mesajla atarsın yazarım raporu

wooyoung: hoca deneyi anlattırırsa sik gibi kalırsın

wooyoung: gel şuraya

san: gelmiyorum ulan

san: kıt mısın amına koduğumun aveli

wooyoung: avel sensin lan şerefsiz

wooyoung: bekle ulan geliyorum oraya

san: cehennemin dibine gel

san: gel bir renk de sen ekle suratıma orospu çocuğu


.

kütüphane kapısının sesi geldiğinde kafamı yasladığım masadan kaldırmadım. sert adımları yanımda durduğunda kafamı kaldırıp rahatımı bozmadan iyice sokuldum oturduğum sandalyeye.

"suratıma bak"

surat mı vardı acaba yüzünde. dudaklarıma asılıp, ağlayıp, bana muhtaçmış gibi bakıp iki dk sonra kaçarak ben ibne değilim ibne olan sensin yazacak kadar adi bir insana ne anlatabilirdim ben? suratına baksam ne görecektim ki?

omzumu sarsıp kafamı parmaklarıyla ittirdiğinde ses etmedim. canım yanıyordu, babamdan sonra onu kaldırabilecek gücüm yoktu. 

"yüzüme bakar mısın san?"

dövmeye geldiğini sanıyordum, beni kendisi öpmüştü fakat öpmediği zamanlarda bile suratımı dağıtan adamın kendi hatasını benden çıkaracağına emin gibiydim. dövmek kenara dursun rica kipiyle konuşması canımı sıkmıştı. bipolarmış gibi davranmasını istemiyordum, yanımda bir şey yapmadan dururken bile bacaklarımı heyecandan titretecek kadar etki bırakması saçma geliyordu. uyuşuk dudaklarıma gözümden kurtulan bir damla yaş değdiğinde kafamı hafif kaldırarak elimle yaşı sildim ve sessiz kütüphanede ses etmemeye çalışarak sandalyemi hafif geri iterek kızgın bakışlarımı yüzüne çıkardım. fakat bu bakışların sürerliliği yalnızca birkaç saniye olmuştu.

burnunun üzerinde dün taktığım pororolu yara bandı vardı hala. çıkarıp atmamıştı ve gözlerim burnuyla gözleri arasında gidip gelirken ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. kızarık gözlerimi yüzünden çekip farklı bir yöne çevirerek ellerimle sertçe sildim yüzümü. tüm dengemi alt üst ediyordu. tüm yaptığı buydu ve ben babamdan sonra beni döven bir adama sevgi verip içimden boşalan duygularımdan bana kalan boşlukla yaşamak istemiyordum.

"gözüne ne oldu?"

sanki söylesem inanacaktı? kim inanırdı babası emniyet müdürü olan çocuğun babasından dayak yediğine? desem elime ne geçecekti ki? okula yayıp bir de babamla adımı çıkaracaktı.

"sanane ulan şerefsiz, diğerini de sen mi morartacaksın?"

kafamı önüme çevireceğim esnada elleri sertçe çenemi kavramış ve sinir sızan bakışlarıyla uzun diyebileceğim bir süre incelemişti yüzümü. bok gibi görünüyordum ve bunu deşer gibi iğrenir bir ifadeyle suratıma bakması daha çok yakıyordu canımı. çenemi bırakıp sandalyeden kalktığında kolumu kavramasıyla öne doğru kayan sandalyeden sendeleyerek kalktım. çıkan sesten dolayı birkaç kişi dönüp bize baktığında wooyoung'un sert bakışları yüzünden önlerine dönmek zorunda kaldılar. kütüphaneden çıktığımızda kolundan kurtuldum ve kendimi geri çektim.

fag & flaster || woosan [texting]Where stories live. Discover now