41

1.3K 179 148
                                    

önce medyayı izleyip sonra medya ile okuyunuz, sevgiler.

-san- 

ders başladığından bu yana on dakikadan fazla olmuştu fakat gözlerim sırasında olmasına karşın bir kez bile buluşturmamıştı gözlerini benimkilerle. aksine benim olduğum tarafa yanlışlıkla bile bakmamak için büyük çaba sarfediyordu. dönüt alamayacağımı farkettiğimde kafamı arkaya çevirmeyi kesip önüme döndüm. 

san: günaydın yavrum (09.21)

san: bir şey mi oldu? (09.35)

san: seni özledim.

telefonu cebime atıp tekrar arkaya döndüğümde kafasını sıraya gömerek kapşonlusunu kafasına çektiğini gördüm. benimle konuşmak bir kenara dursun kimseyle konuşacak hali yok gibi görünüyordu. dün kütüphaneden ayrılıp birlikte nehre karşı soju içmiştik, ondan sonra uyuyup uyuyamadığından emin değildim. dünden kalma olduğu için başı ağrıyor olabilirdi.

mola zili çalıp sınıf yavaşça boşalmaya başladığında adımlarımı ona doğru çevirsem de etrafını çevreleyen changbin yeonjun ve yeosang yüzünden geriledim. kalabalığın arasından yüzünü zorla seçsem de yorgun bir ifadeyle bir şeyler anlatmaya çalıştığını anlayabiliyordum. changbin sinirle elini masaya vuruyor wooyoung ise sıkıntıyla ellerini saçlarından geçirerek kafasını öne eğiyordu. ne olduğunu deli gibi merak etsem de yanına gidemezdim.

içimdeki huzursuzluğu da alıp bahçeye çıktım ve çoktan dolmuş olan bankları es geçerek bahçenin ücra bir köşesine yerleşip kaldırıma bıraktım cüssesimi. deri ceketimin cebini yoklayıp sigara paketini çıkarttığımda içip içmemek konusunda kısa bir tereddüde girdim. içmesem daha iyi olacaktı, bugün çıkışta wooyoung ile takılacağımız için üzerime sinmiş sigara kokusunun onu rahatsız etmesini istemiyordum. paketi elimde çevire dururken uzaktan yürüyen kalabalığın önce ayakları girdi kadrajıma. kafamı usulca kaldırırken yüzüme şaşkınlığın huzursuz bir yansıması olan histerik bir gülümseyiş yerleşti. changbin, yeonjun, yeosang ve karşıma bu şekilde çıkmasını beklemediğim wooyoung. bu dörtlüyü karşımda bu şekilde görmeyeli uzun diyebileceğim bir zaman dilimi geçmişti. hiçbiri umrumda değildi, gözlerim yalnızca onun üzerinde kaçırdığı gözlerinin içine bakmak için geziiyordu. 

"seni gördükçe halime şükredesim geliyor lan ibne"

changbin ayağıyla ayağıma vurup söylendiğinde ben de onlar gibi oturduğum yerden kalkarak karşılarına dikildim. wooyoung hariç hepsi gözlerimin içine bakıyordu. 

"ben hadi ibneyim de sizin türü ne diye adlandırdılar changbin?"

yan gülümsemesi solup yüzüne boktan bir ifade yerleşirken benim kalbim ağzımda atıyordu. wooyoung'un bizi onlara söylemesini geç onların safına geçip yüzündeki acımtrak ifadeyle sadece dikilmesi bile başımı döndürüyordu. 

"çok mu merak ediyorsun?"

dedi elimde çevirdiğim sigara paketine eliyle vurup yere düşürürken. dallar paketten savrulup asfalta dağılırken yarabantları da wooyoung'un ayağının dibine doğru savrulmuştu. kalbimdeki yük öylesine ağırdı ki, eğilip onları oradan toplayacak gücü kendimde bulamıyordum.

"şimdi wooyoung sana bizim türün neler yapabileceğini gösterecek."

bakışlarım önce wooyoung'u ardından hızla changbini buldu. kaşıyla beni işaret ederek wooyoung'a bir şey anlatmaya çalışmıştı. wooyoung'un bakışları dünden sonra ilk kez beni bulduğunda kalbimde çakan kıvılcımların yansımalarını onun gözlerinde görmüştüm sanki. göz çevresi kıpkırmızıydı. yüzündeki o ifadeye bir anlam yüklemek çok zordu. ne olursa olsun diyerek kendime çekmek ve sarılmak istiyordum. unutacağım, öncekileri unuttuğum gibi bunu da unutacağım demek istiyordum fakat çeneme inen yumrukla birlikte kalktığım kaldırıma yeniden gömülürken tüm iyimser düşüncelerim de bedenimin altında ezilmişti. ayağının ucundaki yara bantlarını çiğneyerek yüzüme doğru yükselmiş ve geçirmişti darbesini yüzüme. ondan gelen darbelere bir kez olsun ağlamayan ben kaldırıma yapışmış bedenimin üzerine çıkıp yakalarımdan kavramış adamın santimler uzağımdaki yüzüne karşı gözyaşı döküyordum. 

ceketimin yakalarını sıkıca kavramış, bacaklarını iki yanımdan atmış öylece izliyordu beni. onun göz pınarları dolana kadar nasıl bir saçmalığın içinde olduğumu anlayamamıştım. akan gözyaşlarım çenemi izleyip yakamdaki ellerine değene kadar yüzündeki acı ifadenin benim için ne anlam ifade ettiğini çözememiştim. fakat sırtı onlara yüzü bana dönükken çektiği acının somutluğu daha çok vuruyordu yüzüme. sapsarı kesilmişti yüzü, gözünün kenarındaki damar atıyor ve dişlemekten soyulmuş dudağının kenarı kanıyordu. içim soğuyor sanmıştım, ikimize de üzülüyorum sanmıştım o an. alnıma aniden geçirdiği kafası silikleşen şuurumla iyimser düşüncelerimi de silip süpürdü ve son darbesini de indirmenin verdiği bitiklikle yakamdaki ellerini gevşetti. 

üşüyordum, ama üşürken yanıyordum da. yanıp yanıp sönüyor, közlerimden tekrar tutuşuyordum. 

biz katillerdik, bugün hiç olmadığı kadar acımasızca öldürüyorduk birbirimizi.

.

allah benim de belamı versin işte.

fag & flaster || woosan [texting]Donde viven las historias. Descúbrelo ahora