Tekrardan merhaba.
Buraya Okumaya Başladığınız Tarihi Bırakın :
Arkadaşlarınızı Etiketlemeyi Unutmayın :
Dikkat Geyikler Kurban Olarak Sizi Seçti Ölmeye Hazır Olun.
Kapılar Kapandı Hoşgeldiniz.
Keyifli Okumalar :
....
"Ölüyor!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Köye ulaşmıştım. Ayaklarım hâlâ koşuyor kimden yardım isteyeceğimi bilmeden öylece ağlıyordum. O sırada Taehyung hızla önüme çıkıp beni kollarımdan tuttu. Ancak onu görmüyor gibi hissediyordum. "Ölüyor! Babana söyle ölüyor!" dedim bağırarak. Beni zapt etmeye çalışıyordu. "Majesteleri sakin olun..." dediğinde başımı iki yana salladım. "Kendi ağzı ile söyledi... Onun ölüm anını gördüm ben, kendi ağzı ile söyledi! Babana söyle bir şey ölüyor!" diye bağırıp onu iteklemeye başladım. "Majes--"
"Bırak beni! Baban nerede! Bırak beni--" yanağımda hissettiğim güçlü tokat ile kalakaldım önce. Bana tokat atmıştı... Şaşkınlık ile ona dönerken o kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Daha sonra bu tokat için isterseniz kellemi alın," dedi ciddi bir şekilde. "Ama önce beni dinlemeniz lazım... Efendi Jeon, burada." Duyduğum şey ile gözlerim kocaman açılırken, sıktığım ellerimi bıraktım. "Lütfen majesteleri beni takip edin. Sakin olun." Dedi sessizce. Ben hâlâ şaşkınlıkla ona bakarken o kolumdan tutup beni yavaşça arkama döndürdü, daha sonra meydanın ortasında gördüğüm manzara ile nefesimi tuttum...
Jungkook kırık dökük bir sandalyenin üstünde sanki düşecekmiş gibi güçlülükle oturuyordu. Kan içindeydi... Her yeri ıslaktı... Üzeri başı kan içinde, yırtık pırtıkdı. Ayrıca giysileri 6 ay önce giydiği giysilerdi. 6 ay önce... Ve vücudunun tonlarca yerinde bir sürü yara izi vardı. Hatta bazıları hâlâ açık ve kanıyordu... Çok ama çok yorgun görünüyordu. Gözleri boşlukta öylece duruyordu... Dalmış gibiydi. Saçları bembeyazd... Göz bebekleri, dudakları, kirpikleri, kaşları tırnakları bembeyazdı. Zar zor nefes alıyordu.
Anında gözlerim dolarken yavaşca ona doğru gittim. "Jungkook..." Diye mırıldandım. Ona bakarken. Herkes çevresinde endişe ile yardım etmeye çalışıyordu.
Bazıları yaraları ile ilgileniyor, bazıları ıslak giysilerini çıkarmaya çalışıyor, bazıları ise sadece dua ediyordu. Ona seslendiğim de gözleri zorlukla beni buldu. Bembeyazdı gözleri. Ama göz bebeğinin şekli belli oluyordu sanki. Zifiri beyaz değildi. Önce yutkundu yavaşça sonra ise elini kaldırmak istedi ama tek yapabildiği parmağını oynatmak oldu. Yüzünden hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbir şey. Tek bir şey bile. Tek anlayabildiğim ona korkunç şeyler olduğuydu.Anında gözlerime yaşlar hücum ederken, koşarak yanına gittim ve ona sımsıkı sarıldım. Aylar sonra ilk kez sımsıkı sarıldım. Göz yaşlarım akarken, gerçek olduğuna inanmak çok zor geliyordu.
Karşılık veremiyordu, bedeni buz gibiydi. Zorlukla nefes alıyordu. Bu beni daha da ağlatırken o an fark ettim bir şeyi. O acı çektiğinde ben de acı çekmeliydim. Doğrusu buydu. Ben hep yaşadığım için onunda yaşıyor olduğunu biliyor, ve ona bir şey olmadı düşüncesi ile ayakta kalmaya çalışıyordum. Ama bunun illa fiziksel bir acı olmasına gerek yoktu sanırım. Çünkü onun düştüğü bu halde çektiği acıların hepsini, onu beklerken sanırım ben de çektim. Onu özlediğim, kabuslar gördüğüm, ağlama krizlerine girdiğim geceler... Yaşadığım şeyler depresyon değil, onun çektiği acıların sinyaliydi. Anlayamadım....Yavaşça yüzüne bakıp, yanağını okşadım. Nasıl için gitti, onun bu haline anlatamam... Kaşları, gözleri, kirpikleri, saçları... Parlak, usul usul ışıldayan bir beyazdı. Ve garip bir şekilde teni de parlıyordu sanki simli gibi. Burnumu çekip gözlerimi yırtılmış ve yıpranmış giysisinde gezdirdim. Teninin görünen kısımlarında derin yaralar vardı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kim ona ne yapmıştı bilmiyorum ama çok fazla canı acımıştı. Altı ay boyunca kim bilir neler olmuştu... Göz yaşlarım bir kez daha akarken hızla ona sarıldım yine. Kimseye vermek istemiyordum. Ona kızdığım günler olmuştu, o günler için kendimden nefret ediyordum. Bu hali...
"Majesteleri sarılırken çok bastırmayın asıl yaralar arkasında efendim." Dedi Gorgion haddini aşmamak kaygısı ile. Jungkook'tan ayrılıp ona döndüm. Şaşkınca ona baktıktan sonra kaşlarımı çatıp ayağa kalktım. Ve korku ile onun arkasına doğru geçtim. Gördüğüm şey ile ellerimi ağzıma bastırarak hıçkırığımı bastırmaya çalıştım.
Kürek kemiklerinden, beline kadar up uzun derin iki yarık vardı sırtında. Çok derindi... Göz yaşların durmaz iken elimi yüzüme bastırıp kendime gelmeye çalıştım. Ölü gibiydi... Sanki ölmüşte yeniden dirilmiş gibi... Alt dudağımı ısırdım korku ile. Yarıkların olduğu yerlerin kenarlarında mosmor çizgiler vardı damar gibi. Hem bir sürü...
O kocaman sırtında, kocaman acılar vardı şimdi...
Göz yaşlarımı silip kendime gelmek adına derin bir nefes aldim. Ve daha sonra tekrar önüne geçtim. Öylece boşluğa bakıyordu. Bembeyaz gözleri ile sadece öyle duruyordu. Ne sesi çıkıyordu, ne mimik oynatıyordu öylece duruyordu. Sanki sanki oturmaya bile hasret kalmış gibiydi... Usul usul yavaş yavaş nefes alıyor, her ne yaşadıysa yorgun gibi duruyordu.
"Nasıl geldi?" diye sordum sessizce. "Biz de bilmiyoruz efendim..." dedi Gorgion. "Köye giriş yaptı, zaten 3-5 dakika zar zor yürüdükten sonra buraya oturdu kaldı. Ancak üstüne başına bakılırsa denizden gelmiş olabilir."
Denizden... Ne oldu Jungkook? Neyin var? Sana ne oldu?
Sarılmak istiyordum, neler oldu diye sormak istiyordum... Ama dokunsam kaybolacak gibi duruyordu. Sanki toz kütlesiydi önümde ki, üf desem dağılıp gidecek gibiydi.
Derin bir nefes alıp önünde diz çöktüm.
Ona ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama onu iyi edecek olan tek kişi bendim buna emindim ve kimsenin bu değiştirmesine izin vermeyecektim.
....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EPIC ❥
FantasyKurbanı kabul et!" Gece vardı gökyüzünde. Simsiyah bir gece. Yıldızlar, ormanda yankılanan dualara eşlik ediyor, parıl parıl parlıyordu. Ormanın üstünde ki karanlık bir örtü gibi dolanıyordu üstlerinde. Bebek elden ele dolaşıyor, geyikler toplanmış...