II

80 40 18
                                    

13 Ocak Pazar - 1991

And one night,
When the moon was full and,
it's silver spears pierced her mossy heart.
Slowly went up the creaking stairs.
"The day is just beginning."

Yağmur oldukça şiddetini arttırmış, kenti sular altında bırakmıştı. Şimşekler ardı ardına zifiri karanlığı aydınlatıyor, güzel olduğu kadar ürkütücü bir manzara açığa çıkıyordu.
Stian tüm fırtınaya rağmen merkeze doğru yürüyordu. Birilerini bulabileceği konusunda pek emin değildi fakat hâlâ ilerlemeye devam ediyordu. Oldukça düşünceli görünüyor, arada bir ıslanmış yüzüne değen saçlarını arkaya atıyordu.
Karşı kaldırımdan yağmura karışmış yürüme sesleri geldiğinde durdu. Karanlıkta seçilemeyen görüntü yavaş bir şekilde ilerliyordu. Stian dikkatlice karşıya geçip görüntüyü algılamaya alıştı. "Hangi deli bu yağmurun altında sokağa çıkar ki?" Sessiz bir şekilde kendi kendine konuştu. Loş ışık kümesinin aydınlattığı görüntü bir kadına aitti. Stian gülümseyerek seslenmeye karar verdi.
"Hanımefendi!" Ona doğru koşarak şemsiyesini başının üzerine tuttu.
"Anlaşılan siz de benim gibi yağmurda yürümeyi seviyorsunuz."
Yirmi-yirmi beş yaşlarındaki kadın şok olmuş gibiydi. Stian'ın sokak lambasında aydınlanan tebessümlü yüzü onu heyecanlandırmıştı.
"Evet bayım, zihnimi boşaltmak istedim."
Stian kafasını sallayıp kurnazca gülümsedikten sonra cevap verdi, yarına büyük bir ziyafet vardı.
"Probleminden ya da kendinden bahsetmek istersen dinlerim."
Yabancı kadın çekinerek duraksadı ve konuştu.
"Adım Celine, annem yakın bir zamanda vefat etti, ben o zaman İsveç'te okuldaydım." Genç kadın derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. Yaşananları sindiremiyor gibiydi.
"Duydum ki babam öldürmüş." Stian'ın yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu. "Senin adına üzüldüm." Tek diyebileceği şey bu oldu. Birilerinin yakınlarını kaybetmesi ona hiç acı vermiyordu çünkü o hayatında çekebileceği tüm acıları çekmişti, çevresindeki onu tanıyan çoğu insan bunu biliyor ve ona karşı belirli konularda anlayışla yaklaşıyorlardı.
Ama bilmedikleri şey, onun merhamete değil, kana ve intikama ihtiyacı olduğuydu.
"Yapabileceğim hiçbir şey yok, tamamen yalnız kaldım." Kadın oldukça üzgün ve çaresiz görünüyordu. "Üzülme, belki yaşasaydı daha fazla acı çekerdi." Stian onu rahatlatmak adına bir şeyler söyledi, kadın öncekine nazaran biraz daha iyi görünüyordu.
Stian kendini oldukça şanslı hissediyordu, kendi kendine mırıldandı.
"Ne bu şehirde aptal biter, ne de benim elimde kan."
Kadın biraz daha kendinden dert yakındıktan sonra konu kendisine geldi ve ustalıkla onu ele alarak yanıt verdi.
"Adım Stian, 32 yaşında bir beyin cerrahıyım, aynı zamanda koleksiyoncu ve kendine müzisyenim." Kadın, onun söylediklerinden oldukça etkilenmişti. Heyecanını gizlemeyerek sorular sormaya başladı.
"Vay. Ne koleksiyonun var ve hangi enstrümanları çalıyorsun?" Stian, kadının göremeyeceği şekilde gülümsedi ve sorusuna yanıt verdi.
"Çeşitli kehribar koleksiyonum var, piyano ve keman çalabiliyorum. Evim çok uzakta değil, eğer istersen gösterebilirim." Yabancı kadın düşünmeden kabul etti ve onu evine doğru yönlendirdi.

Bu sırada yağmur durmuş, bulutlar dağılmıştı, tek tük sokak lambaları dışında hiçbir şey karanlığı aydınlatmıyordu.
Havanın kasvetine karşılık oldukça keyifli birisi vardı, yanındaki yabancı da başına geleceklerden habersiz sorular sorup yürümeye devam ediyordu.
Asıl acımasız olan hayat değil, beyinlerini kullanamayan insanlardı, şimdi de bir tanesi, akıl çelici birkaç kelimeye mest olup sonu ölümle biten bir dansa adım atmıştı.

For Your DemonsWhere stories live. Discover now