.17. | Mutsuzluğa kelepçeli

1.5K 198 209
                                    

Lise.

Her şeyin başladığı dönemdi benim için. Hayatımda cehennem olarak adlandıracağım çok zaman vardı ama lise, kesinlikle en büyük cehennemimdi benim.

Hayatıma şekil verdi o zamanlar yaşadıklarım. Her an kendini hatırlattı, olanları unutmama izin vermedi anılarım. Zaten onca şeyi unutmak bencillik olurdu. Ya da daha çok acımasızlık.

Cehennemde yaratılmış bir şeytan olarak adlandırırdım kendimi bir zamanlar. Suçluydum ben, yakalanmamış büyük bir suçluydum. Etrafındaki herkese zarar veren zehirli bir bitkiydim aslında tam olarak. Herkese zarar veren hatta bazen öldüren bir katildim.

"Sevgilim?" Diye seslendi beni mutsuzluğa mahkûm eden kişi olan eşim, Taehyung. "Efendim?" dedim istemeden de olsa ruhsuz çıkan sesimle. "Dalmış gibisin." Dedi. Oysaki o bana seslenene kadar daldığımın farkına bile varamamıştım.

Başımda hissettiğim küçük ağrıyı geçirmek adına parmaklarımla saç diplerime masaj yapmaya başladım az sonra. "Bilmem ki, başım ağrıyor biraz."

Üzerime çökmüş ruhsuzluğu anlamış olacak ki kaşlarını çatmış, yüzümü incelemişti ve, "İyi görünüyorsun aslında, bir sorun yok değil mi?" Demişti. Onu kafamla onaylarken aynı zamanda da gülümsedim. "Endişlenme, bir sorun yok."

"Pekâlâ." Demişti şüphelendiğini belli eden sesiyle. Ardından bir şey söylememiş yola bakmaya devam etmişti Lisa'yla buluşacağım kafeye gidene kadar. Kafeye vardığımızda bana döndü ve kapımı açmadan hemen önce yanağıma bir buse kondurdu. "Kafede kendini kötü hissedersen beni araman yeterli." Dedi tebessümünü suratından eksik etmezken.

Sadece bir gecede nasıl da değilmişti.

"Tamam ararım. Görüşürüz." Dedim karşılık olarak kısaca. Sabah oldukça yerinde olan neşem neden olduğunu bilmediğim şekilde uçup gitmişti şimdi. Taehyung'da yolda bunun farkına varmış fakat karıştırmak istemediği için susmuştu büyük ihtimalle.

Son kez çok sevgili eşime gülümsedim ve arabadan indim. Ben kafenin dışıbı incelerken Taehyung arabatı hâlâ çakıştırmamış içeri girmemi bekliyordu. Çok beklemeden girişine yöneldim, kapıdan geçer geçmez cam kenarındaki masaların birinde oturan Lalisa ayağa kalkıp hunharca el sallamaya başlamıştı. "Chaeyoung-ah! Burdayım, hey!"

Etraftakileri umursamayıp bağırdığında şaşkınca güldüm ve işaret parmağımı dudağıma götürüp 'sus' işareti yaptım ona. Tanrım, kendimi Lisa'nın annesi gibi hissetmiştim!

Taehyung'un sevgililer gününde hediye ettiği topuklularımın düz zeminde bıraktığı tok sesi umursamadan masaya doğru adımladım hızlıca. Bu sırada Lisa oturduğu sandalyeden kalkmış bana kocaman kucağını açmıştı sarılmam için. Oyalanmadan bende sardım kollarımı ona.

İkimizde sarılmayı çok severdik, özellikşe de birbirimize sarılmayı.. "Chaeyoung boğulacağım!" Diye bir yakarış ortaya attığında ayırmak istemediğim kollarımı ayırdım ve gülümsedim kocaman.

Sonra masaya oturduk ikimizde. Ben üzerimdeki kabanı sandalyemin üstüne asarken garson gelmiş ne istediğimizi sormuştu. "İkimize de sade kahve olsun." Dedi Lisa ikimiz için de. Zevklerimiz neredeyse aynıydı, belki de bu yüzden çok iyi arkadaşlardık.

Garson kahveleri getirmek adına gittiğinde ağzımı araladım hevesle. "Söylesene ne zamandır birlikte kafeye gelmiyoruz? Gerçekten seninle beraber dışarı çıkmayı özlemişim."

Beni şaşkınca onaylamış ve düşünür gibi yapmıştı. "Sanırım sen evlendiğinden bu yana dışarı çıkamadık birlikte. Zaten sen evlendikten sonra çok görüştüğümüz de söylenemez." Demişti üzgünce. Burukça gülümsedim. Ona anlatmak istediğim çok şey vardı lâkin anlatamaya korkuyor hevesle açtığım ağzımı geri kapatıyordum.

Kahvelerimizi yudumlarken aklıma gelen şeyle hızla atıldım Lalisa'ya doğru. "Lisa dün için gerçekten çok üzgünüm. Her şey aniden gelişti, müdahale edemdim bile." Dedim mahçupça.

Ona yakıştığı gibi anlayışla gülümsemiş ve omzunu sıvazlamıştı. "Önemli değil Rosie~" demişti, daha sonra ise devam etti. "Fakat neler oldu merak etmiyor da değilim."

"Şöyle anlatayım." Dedim bir şeyleri bilmesi gerektiğini düşünüp. "Jungkook benim bir arkadaşım, Taehyung buny bilmiyordu ve yanlış anladı. Ben daha ne olduğunu anlamadan kavga çıktı. Sonrasını biliyorsun işte, ben kan tuttuğu için bayıldım."

Derin bir nefes vermişti kahvesinden bir yudum alırken. Ben onun mimiklerini incelerken ise çatılmış kaşlarıyla konuşmuştu. "Kan çıkaracak kadar kıskanç biri mi Taehyung? Lise dönemlerinde böyle değildi. Sadece yazın buraya gelirdim seninle buluşmak için ama onunla da tanışmışlığımız var. Değişmiş olmalı." Demişti.

Değişti mi yoksa hep mi böyleydi inan bende bilmiyorum Lisa. "Kıkanç evet ama biraz da işle alakalı bir şeye sinirlenmiş olmalı. Her neyse sen Jungkook ile beraber ne yaptın?" Dedim konuyu değiştirmek adına cümşemin sonunda.

İşe yaramış olacak ki cevaplamıştı beni. "Burnu çok kanıyordu ve bir de öylece yerde yatarken görünce hastaneye gitmemiz gerekiyor diye düşündüm."

"Siz tanışıyor musunuz ki?" Diye merakıma yenik düşüp sormadan edememiştim. Şaşkın hâlime kıkırdamış, "Hayır, yardım ettim sadece ona. Daha önce görmemiştim fakat iyi biriymiş, numarasını da aldım. Ayrıca polismiş karakolkuk işim olursa kıyak geçer bana." Güldüm söylediklerine.

Uzun bir süreyi böyle sohbet ederek geçirmiş daha sonra ben çalan telefonum yüzünden masadan kalkmak zorunda kalmıştım. Yabancı beni aramıştı ve büyük ihtimalle bahsettiği o çok acil olan şeyle ilgiliydi.

"Efendim?" Diyerek kulağıma götürdüm telefonu. Diğer taraftan aynı Nayeın'la konuşurken duyulan gürültü gibi birbirine karışmış insan sesleri geliyor, karakolda olduğunu kanıtlıyordu bana.

"İyi günler Chaeyoung. Müsaitsen acil bir şey söylemem gerekiyor sana." Demişti bana karşılık olarak. Bu kadar resmi konuşması beni istemsiz geriyordu ve büyük ihtinalle bana kırgındı. Dün olanlardan sonra onu ne aramış ne de mesaj atmıştım. Oysa sadece kafamı dinlemek istemiştim bir süre.

"Müsaitim tabii, seni dinliyorum Jungkook?" Dedim gözlerim beni uzaktan izleyen Lisa'ya dönerken. "Biliyorsun ki Taehyung dün akşam serbest bırakılmış. Yaptığı şey büyük bir suç olmasına rağmen. Üstübe üstlük akşam suçlarına bir yenisi daha eklendi; bir polisi darp ettiği gerekçesiyle." Demişti tek nefeste. Daha sonra sıkıbtılı bir jefes verişi kulağıma dolmuştu.

"Taehyung'ı geri içeri attırmak için uğraşıyorum dün gece eve gittiğimden itibaren. Fakat sana söylemek istediklerim bunlarla sınırlı değil. O herifi içeri attıramamın bir sebebi var ve bunu oldukça iyi saklamış."

"Neyi saklamış Tanrı aşkına?" Dediğimde kalbim her zaman olduğundan daha hızlı atıyordu. Her an dolabilecek olan gözlerim kafede mekik dokuyor yabancının cevap vermesini bekliyordum.

"Bunu sana yüz yüze söylemek daha iyi olurdu fakat yanıma gelebileceğini sanmıyorum bu yüzden aramak daha iyi olur diye düşündüm." Diyen sıkkın sesi daha çok gerilmeme sebep oluyordu. "Tanrı aşkına, söyleyecek misin artık?!"

Yıllardır kandırıldığımı gözler önüne sürecek o cümşeyi kurmuştu daha sonra. "O herif gerçekten hasta Rosie."
Her gergin olduğumda yaptığım gibi dişlerimin arasında ezdiğim dudağımdan gelen kan tadı ağzıma yayılmıştı Jungkook'un söyledikleri kulaklarımda çınlarken.

"Ne?" Diye bir nidâ döküldü ağzımdan anında.

"Bipolar." Demişti hunharca, dolan gözlerimi görmese dahî onlara acımasız davranıp. "Yüksek derece bipolar hastasıymış."

Ve tanrı beni mutsuzluğa kelepçeledi. Çünkü ben kendi cehennemimin en acımasız seri katiliydim.

Size bir spoi vereyim, Chaeyoung'un lise anıları kitapta büyük rol oynuyor ve ben şuana kadar hiçbirini anlatmadım ;)

Önceki bölüm diğerlerine göre daha az okundu. Eğer okumadıysanız geri dönüp göz gezdirin lütfen♥

keep quiet, rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin