7: Kara Bulutlar

565 81 46
                                    

# Eski bir yaraydı, acıma'sızdı.

"Buket?" Naif bir şekilde telaffuz edilen adı, derin uykusundan uyanması için yeterli olmuştu genç kıza. Gözlerini hafifçe aralarken elini ağrıyan beline götürdü. "Gidiyoruz." Başında tam manasıyla Azrail gibi dikilen Alexander'a kısa bir bakış atmıştı yarım yamalak açtığı gözleriyle. Derin uyumuş olmasına rağmen rahatsız koltuk adeta işkence etmişti bedenine.

"Ayakkabılarım nerede cennet hırsızı?" Uyku mahmurluğundan ovaladığı gözleri hafiften bulanıktı ve hala tam olarak uyanmış sayılmazdı. Isıtma görevini bitiren ceketini eline aldığı sırada adamın şaşkın sesini işitti.

"Cen... Ne? Benimle anladığım dilde konuş, dedim sana." Onu biraz bile umursamayan Buket ayağa kalkar kalkıp parmak uçlarında yükselerek iyice gerindi.

"Cennet hırsızı." dedi yeniden ayaklarının üzerine basarken. Bu kez anlaması için tane tane söylemiş ve hala yüzüne bakan adamın yanından geçip etrafı incelemeye başlamıştı. Uyuduğu koltuğun arka kısmında bulunca oyalanmadan giyindi.

"Yani? Ne demek bu cenet hisiz?" Doğrusu sabah sabah güleceğini pek ummamıştı. Engel olamadığı tebessümü yüzünde büyüdükçe büyüdü. Cenet hisiz, kelimesi zihninde dolanıp duruyordu ve bir süre daha buna güleceğine emindi. Yerinden doğrulurken cevap bekleyen Alexander'a baktı.

"Güzel bir lakap." Tebessümünü eksiltmeden kapıya doğru yürüdü. Sessizce peşinden geliyordu Alexander. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor, stresli olduğunu yansıtmaktan çekinmiyordu. Kapıyı açar açmaz parlak bir sabah güneşi karşıladı ikisini de. Yemyeşil ağaçların yaprakları bile parlıyordu gün ışığından. Rengarenk çiçeklerle dolu geniş alana mistik bir hava katıyordu. Gece nasıl da fark etmemişti bu güzelliği? Topuklu ayakkabılarının izin verdiği ölçüde dizlerine kadar yükselen çayırlara doğru yürüdüğünde ne bir ses ne de bir dokunuş kendisine engel olmuştu. Biraz da buna güvenerek ulaştı bu güzel manzaranın içine. Ancak resim tablolarında görebileceği bu güzelliğin arka planında büyük, gri tonlarında, tepesi bulutlu bir dağ vardı. Hafif esen rüzgarın okşadığı saçlarından keyif alarak ellerini iki yana açıp kendi etrafında dönmeye başladı. Gökyüzünde bile tek bulut yoktu. Burası kusursuzluk tanımını betimleyecek güzelliklere sahipti. Burası yeryüzünün tüm huzursuzluğunu emecek, kalbi rahatlatacak sayılı yerlerden biriydi belki de.
Belki de cennetin bir yansıması...

"Ait olduğun yeri bulmuş gibisin." Başını, yeşilin onlarca tonuna ev sahipliği yapan geniş alanın kenarında duran adama çevirdi. Onca yeşil tonu, onun güzel gözlerine biraz bile yakın değildi.

"Sahip olamadığın bir şeye ait de olamazsın ki." Ciddi ifadesine, çattığı kaşları daha sert bir hava kattı. Aklından ne geçiyor veya ne hissediyor, bilmiyordu. Asla da bilemeyecekti.

"Burayı sana verebilirim." Buket söyleyebileceği her sözün ihtimali üzerinde düşünmüştü, ancak bu cümle aklının ucundan dahi geçmemişti. Etrafını, küçük evi dikkatli bir şekilde süzdükten sonra yeniden Alexander'a baktı. Burayı da cennetten çalmış olabilirdi. Anlamıyordu, güzelliğin somutlaşmış hali olan cisminin ve sahip olduklarının arasında nasıl bu kadar hissiz olabiliyordu içi? Ve nasıl bu kadar kötü?

"İstemem. Kesin karşılığında bir şey istersin sen." Çiçekleri elleriyle okşayıp son bir kez daha manzarayı süzdü genç kız.

"İstemeyeceğim. Kendini ait hissettiğin bir yer olsun." diyen adamın sesine karşılık bir daha güldü. Ona inanmıyordu. Kelime oyunlarında öyle ustaydı ki altından bir şey çıkacağına emindi.

"Bir gün bulurum ben yerimi." Yanından geçip giderken güzelim çiçek kokularını ciğerlerine hapsetmek isteyerek nefes alıyordu. Mersin'in çoğu yerinden bile daha güzeldi burası. İnsan eli değmemiş, bambaşka bir dünyaydı. Bekleyen arabaya binmeden önce uzakta görünen büyük yolun üzerinde yaklaşık 9 araba daha seçti. Korumaları olduğu açıktı. İnsanlar ölüyordu boş yere ve onların yerini, yeni etten bedenler dolduruyordu. Kan dondurucu ve şeytani bir düzendi.

Cennet Hırsızı DÜZENLENiYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin