BÖLÜM - 4 - MEKTUP

568 12 8
                                    

Minibüsten iner inmez koşmaya başladım. Tepedeki ev aşağıdan bakınca çok sessiz görünüyor ve o sessizliği beni ürkütüyordu. Yaklaştıkça kalp atışlarım daha da hızlanıyor, korkuyla karışık heyecanım artıyordu. Kapıya gelip küçük merdiveni çıkıp zile bastım, ''Kim o?'' diye soran olmadı. Anlaşılan evde kimse yoktu. İçimden Mektubu bulmamışlar diye geçirdim. Anahtarım yoktu o yüzden hemen arka bahçe tarafına geçtim. Camdaki demir parmaklıklara basıp tutunarak evin üstüne çıktım. Kuş bakışı etrafı taradım gelen var mı diye ama kimse yoktu. İçeriden evin üstüne çıkılan küçük kapıdan geçip merdivenlerden bir kat aşığa inip giriş kapısına yöneldim. Fakat kapı kilitliydi. İçimden, Allah'ım ne olursun bu kapıyı açıp mektubu almalıyım diyor bir yandan kapıyı açmak için zorluyordum. Ama ne yaptıysam kapıyı açamıyordum. Sonra vazgeçip tekrar evin üstüne çıktım. Ağabeyim işte gelemez belki büyük ablam gelir diye düşündüm. Evin üstünde etrafı seyrederek bir saate yakın bekledim. Ve sonunda ağabeyim, büyük ablam ve eniştem aşağıdaki yoldan yukarıya doğru geliyorlardı. Beni evin üzerinde görünce adımlarını hızlandırdılar. Kesin ağabeyim mektubu buldu diye geçirdim içimden. Çünkü işe gitmemişti. Kafamda kurduğum senaryolarla birlikte bir korku kapladı tüm benliğimi. Bana ne diyecekler? Döverler mi? Kovarlar mı? Ya da öldürürler mi? Onlar alt kapıdan ben evin üst kapısından daireye giriş kapısında buluştuk. Eve geçene kadar bir şey demediler ama yüzlerinden düşen bin parçaydı. Eve girip salona geçtik. Koltuğun önünde yüzümü yere eğmiş korkuyla ayakta dikiliyordum. Eniştem bana doğru yaklaşıp, ''Neredesin lan sen!'' diye bağırdı.... 

DEVAMI...  


YİNE İŞ BAŞI

İş yerimiz tekrardan Beşyüzevler'e taşınmıştı. İşe girer girmez ilk avansımla hemen ilk fırsatta haksız olarak yengemden aldığım yüzüğün yenisini almıştım ona. Artık iş yerinin tadı kalmamıştı benim için. Zira Eren'de Cengiz'de işten çıkmışlardı. Artık servisimizde yoktu. Patrondan her akşam yol parası istemeye de utanıyordum. Beni çok seven patronum beni en son plana atıyor, bana haksızlık yapıyordu. Herkesin maaşını verirken benim maaşımı geciktiriyordu. Hatta mesailerimi bile vermemeye başlamıştı. Bir şekilde acil durum olduğunu söyledim ve maaşımı alınca patrona söylemeden işten ayrıldım... Patronuma yaptığım ilk ve son yanlış; haber vermeden iş yerini ve onu terk etmek olmuştu. Fakat bu iş yerini bırakıp patronumdan kaçtıktan sonra işim rast gitmeyecekti. Yeni girdiğim iş yerinde belki de patronumun haksız yere bana ah etmesi yüzünden başıma hiç ummadığım bir şey gelecek; ortamını hiç bilmediğim bana yabancı bir eve girecektim!

Çok geçmeden başka bir işe girmiştim. Artık overlok da çalışmaya başladım. Ustabaşı kolay işler olunca beni makineye geçiriyordu. Paydos saatlerinde artan kumaşlardan, sarı saçlı Cindy bebeğime gelinlik, elbise mayo dikiyordum. Onu süslüyor saçlarını örüyordum. Oturma odamızdaki büyük vitrinin başköşesinde bir mayoyla bir gelinlikle duruyordu Cindy bebeğim... Yine artan kumaşlardan, yeğenlerime tişört, anneme ablama teyzeme elbeziler dikiyordum. Mesaiye kaldığımız akşamları servis bütün bayanları evinin önüne kadar bırakıyordu. Şoföre beni de bırakmasını istediğimde, ''Sen erkek çocuksun korkmazsın, koşa koşa gidersin'' diyordu. Hâlbuki o bilmiyordu. Çok korkuyordum ve bende Kız'dım zira.

TECAVÜZ!

Yine mesaiye kalmıştık. Servis beni yine evimizin önüne kadar bırakmamıştı. Erken saatte servisten indiğimde önce kuru yemişçiye uğruyor, tuzlu çekirdek alıp çitleyerek eve yürüyordum. Geç saat olduğunda ise yürürken çok korkuyordum. Korkumu hafifletmek için son dönemde çok sevdiğim Yıldız Tilbe'nin sevemedim ayrılığı şarkısını mırıldanıyor arada müziğini yapmaya çalışıyordum. Korkumun sebebi yolumu kesen mahallenin çocukları oluyordu. Yolumu kesiyorlar, fiziksel olsun sözlü olsun sürekli beni taciz ediyorlardı. Ellerinden tacizlerinden bir şekilde hep kurtuluyordum. Fakat bu gece kurtulmam bir hayli zor olacaktı.

Servisten inip yürümeye başladım. Serin bir sonbahar gecesiydi. Annemin ''Montunu al'' demesini dinlemediğim için kendime bir an kızdım. Annemin tabiri ile 'sümük gibi' ince borda renkli kazağım vardı mavi kot pantolonumun üzerinde. Hava serindi üşüyordum. Hem de korkuyordum. İçimden, onlar yine karşıma çıkarlar mı? Acaba yine diğer yoldan mı gitmeliyim? diye düşünüyordum. Ama o yol çok uzaktı. Neredeyse bir saat sürüyordu. Zaten akşama kadar sağa sola koşmaktan bacaklarım ağrıyordu. Ama onları yolun başında ya da ortalarında gördüğüm an, kendimi onlara göstermeden geri dönüp o uzun yoldan gidiyordum. Yine öyle yaparım diye düşündüm. Yine Yıldız Tilbe'nin şarkısının müziğini mırıldanarak yolun kenarından temkinli bir şekilde yürümeye başladım. Onları yok sanıyordum ama yanılmıştım. Korktuğum yine başıma gelmiş, onlar yine oradaydı. Dört kişilerdi yine. Onları görür görmez durdum. Mırıldanmayı bırakıp robot kesildim; hiç kıpırdamıyordum. Beni görmemeleri gerekiyordu. Geri dönüp yine yolumu değiştirmeye karar verdim. O uzun yoldan gidecektim. Tam geri dönüp diğer yola doğru yönelmiştim ki beni ilk gören gözleri velfecri okuyan çete başı olmuştu. Ben adımlarımı hızlandırdım. Onlarda hızlandılar. Koşmaya başladım. Onlarda yine beni kovalamaya başladılar. Ve bu sefer çok geçmeden diğer yolun başlarında yakalanmıştım! Kaçamayayım diye etrafımı sardılar. Çete başı sakallıydı ve yirmili yaşlarında olmalıydı. Diğerleri benimle aynı on beş on altı yaş gibi duruyorlardı. Kapkara tipi olan elleri kolları kesik çete başı kolumu sert bir şekilde tuttu. ''Nereye koşuyorsun lan? Karı gibi kaçıyorsun yine?'' dedi beni sarsarak. ''Şişşt konuşsana lan nonoş dilini mi yuttun?'' Bir süre cevap vermedim. Gözlerinin içine dik dik baktım. Kolumu sıkmaya başlayınca, ''Bırak kolumu,'' dedim, omzumu silkip kurtulmaya çalışarak. ''Evime gidiyorum!''

''Ha, hah konuştu lan dilini yutmamış!'' dedi, alaycı gülüp diğerlerine bakarak.

''Baksana yüzü bembeyaz hiç sakal yok,'' diye araya girdi, diğer tıknaz olan çete üyesi. ''Giymiş daracık pantolonu, top olduğu nasılda belli!''

''Annenin babanın yüzüne nasıl bakıyorsun lan?'' dedi beriki. ''Onlarda oğlum var diye geçiniyorlardır. Hah, hah oğula bak!'' En Cılızları olan çete üyesi elini önüme attı. Başparmağını işaret parmağının yarısına gelecek şekilde üzerine koyup diğerlerine göstererek, ''Lan bunun şeyi de şu kadarcık,'' deyince hepsi birden kıkırdadılar.

''Çek elini!'' diye bağırdım. Yüzümdeki acı ifadeyle elini hınçla tutup önümden çekmeye çalıştım. 

''Bırak lan elimi!'' dedi ve itekledi beni.

''Kız senin bu mahallede ne işin var?'' diyerek araya girdi öteki. ''Sen or...pu değil misin? Senin yerin Taksim değil mi?'' Kaşlarım çatık bir şekilde zayıf olanın hakaretlerini dinlerken, solumdaki çete başı kolumdan tuttu. Zorla ileriye doğru götürmeye çalışınca, ''Bırak kolumu pislik!'' diye bağırdım. Kolumu çekerek diğer elimle birkaç kere göğsüne doğru vurup kurtulmaya çalıştım. ''Bana ayak yapma lan!'' dedi ve karnıma diziyle sertçe vurdu. ''Ah'' diyerek acıyla iki büklüm öne eğildim. O sırada arkamdan bir tekme daha geldi ve yere düştüm. Hepsi vurmaya başladılar. ''Bırakın yeter lan o bize lazım,'' dedi çete başı. ''Şimdi şu inşaata gideceğiz, herkes istediğini alacak!'' Alaycı bir şekilde güldüler...


DEVAM ETMEK İÇİN E-KİTAP ALTTAKİ LİNKİ KOPYALA

https://play.google.com/store/books/details?id=W3r9EAAAQBAJ 

bir transseksuelin hikayesi icimdeki kizWhere stories live. Discover now