hey, ben geldim.. (yine) azıcık kısa oldu normale göre ama gözlerim acıdı biraz.. yine de güzel okumalar çokça!
insanların çoğunluğu sorumluluklardan, sorunlardan, üzgün suratlardan kaçmak için hep çocuk kalmayı dilerlerdi. saklambaç oynadığını düşünerek perdenin arkasına gizlenen ve orada uyuya kalıp anne babasını telaşa sürükleyen masum bir canlı formunda kalmak, yalnızca küçük şımarıklıklar ve minik üzüntülere ağlamak... sanırım en olmayacak fakat en çok istenilen kaçış yoludur. bana sorarsanız bir şeyler dilemeye inanıyor olsaydım, ben bunu istemezdim sanıyorum ki. böyle oturup da beylik laflar eden insanları da hiç anlamam. anlasam dahi anladığımı söyleyip açıklanabilir olmanın hazzını bu insanlara yaşatmak istemezdim. biraz onları çekemediğimdendi sanırım zira benim çocukluğum, hiç büyümemeyi isteyeceğim türden büyülü ve ilgi çekici değildi ki. belki de kıskanıyordum onları.
gerçekten yaramaz bir çocuktum ben. üst katta yaşayan komşularımızın alışveriş sepetlerine bırakılan çikolataları yürütürdüm, bunu hatırlıyorum. ya da önüme gelen her topa vurduğum için maçlarını sürekli böldüğüm büyüklerimi ve onların bana kaşlarını çatarak baktıklarını, ağzımı yayarak sakız çiğnediğimi, sürekli toz toprağa bulandığımı ve bulduğum her parayı bulut şeklinde olan kumbaramın içerisine atıp az biraz birikince ellerimle babama götürüşümü gözümde canlandırabiliyordum. hatta ve hatta biraz zorlasam, her birini yeniden yaşıyormuşum gibi daralıyordu içim. sürekli kendini etrafındakilere kanıtlama çabası içerisinde, yozlaşmış bir ailede ilk ve tek erkek bebek olup da büyüyen çocukluğuma acıyordum. tam da bu yüzden bir şeyleri idrak etmeye başladığım ilk anda hedefim, muhtemelen yedi yaşındayken, büyümek olmuştu.
hatta bir keresinde bayan park'a, "ben büyüyeceğim, çok hem de. beş, on, yüz metre uzayacak boyum ki babam bana ulaşamasın!" demişim. bunu sanki çocuk aklımla babamın boyu ile kendi boyumu karşılaştırdığım ve kendime kompleks edindiğimi sanarak bu günlerde gülerek anlatan en yakın arkadaşımın annesi, bizim evimizin içerisi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığından elbette ki cümlemin bir çocuğun gerçekçi çırpınışı olduğundan habersizdi. kahkaha atarak gülüyordu suratıma hep. akılsız, muzur fakat tatlı bir çocuktun diyerek.. bu tavrı bana, ekmek yoksa pasta yiyin, sözünü hatırlatıyordu. o zamanın ileri gelenleri onca şanın içerisinde halkın durumundan bir haber bu cümleyi kurabiliyorsa, bayan park da benim için aynı kefedeydi o anlarda.
uzun lafın kısası, taehyunglar'ın garajındaydım. kaşla göz arasında beni içeriye çekiverdi. evine kadar gelip yanıma gelmesi için onu aramış olsam dahi onunla garajına girmezdim. ama sormamıştı bana ki, ne zaman buraya geldiğimizi bile çok net anımsayamıyordum. gözlerim ıslak ıslak olduğundan görmüyordu bile netçe o anları, yalnızca onun yoğun sigara kokusunu, sıcak nefesinin kıkırdağıma vurduğunu ve yoğun kalp ağrımı hatırlıyordum açıkçası. bir de şimdi ayaklarımın dibinde çalışan elektrik sobasının sıcağını hissediyordum. onun dışında, kendi çocukluğumu düşünmeye fazlasıyla daldım.
bir süre sonra dudaklarım oynadı. ''taehyung,'' diye andım ismini kendimce. fazlasıyla ağladığımdan ötürü sesim çatlak, patlak ve yusyuvarlak falandı. kendi sesim beni çok rahatsız etti. boğazımı temizledim ve bir dahaki konuşmamda daha iyi çıkacağını umdum. ''hm?'' diye mırladı. üzerinde bir dinginlik vardı. kaldırıma geldiğindeki ''konuşmuyorsan giderim'' yangınları yoktu şimdi onda da. kanepede oturuyordu yanımda. bir bacağını hafifçe diğerinin altına doğru büküktü. diğeri ise koltuktan sarkıyordu. dirseğini koltuğun sırt yaslama kısmına dayamış, şakağını da avcuna yerleştirmiş etrafı, bazen de beni gözlüyordu öylece. seslenmemle gözleri bana tırmandı zaten. sobanın turuncu ateşini izliyordu öncesinde kirpiklerini dahi kırpıştırmadan.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
litost. ✔
Fanfiction[👨❤️💋👨✨] [enemies to lovers taekook x düzyazı] serseriliğine dalaşırken birbirimizle, dudaklarımızda sigaralarımızla yumruk savururken bedenlerimize her şey en basit formundaydı ve ben bu karmaşada bile kaybolurken, ona beni tutuşturmaması içi...