2• Kalp Canavarı •

23 1 0
                                    

Gözlerimi odamın duvarlarında gezdirdim, incilerle süslenmiş, mavinin her tonunu barındıran duvarlarda. Bu oda için çok özenilmişti, her şey tek tek hazırlanmış, Krallığın her tarafından büyücüler seçilmiş, her şey incelikle işlenmişti. Yine de, kendimi ait hissetmediğim yerlerden biri de tam olarak burasıydı. Bana hep eksikliğimi hatırlatırdı. Yatakta doğruldum ve bakışlarımı pencereye yerleştirdim, deniz bugün her zamankinden daha dalgalıydı sanki. Hiçbir zaman kendimi bu saraya ait hissetmemiştim, yine de burası benim yuvamdı. Hayatım boyunca hep bu toprakları korumak istemiştim, öleceksem burayı korurken ölecektim. Kanım karşımdaki bu uçsuz bucaksız denize akacaktı, Aspen'e böyle söylemiştim. Şimdiyse bambaşka topraklara gidiyordum, hem de dört saray içinde en kötüsüne. Alevler Sarayına, diğer bir deyişle, Ateş Krallığı.
Oradan sağ çıkabileceğime kendim de inanıyor muydum, bilmiyordum. Ateş Kralı kendi sarayında daha yeni bir suikaste uğramış, kalbine saplanan bıçak yüzünden beş dakika bile canlı kalamamıştı. Odasında ölü bir halde bulunmuştu, göğsünden akan kanlar ateş kızılı örtüleri ıslatmış, zeminde minik göletler oluşturmuştu. Odaya giren hizmetçiler hemen dehşet çığlıkları atmış fakat bu Kralı kurtarmaya yeterli olmamıştı. Bizim gibi büyücülerin, Navulia büyücülerinin zayıf noktası da buydu işte, kalbimize aldığımız bir darbe. Sarayımızdaki soylu büyücüler yaraları iyileştirme konusunda iyice gelişmişti, sanırım diğer saraylar tarafından dikkat çeken de buydu. Onlar da küçük yaraları tedavi edebiliyorlardı ama iş büyüklere gelince iyileştirme gücü sadece Kral ve ailesinde işe yarıyordu, tabi bu güçleriyle halktaki herkesi kurtarmak zorunda gibi hissetmiyorlardı zaten. Yine de geri dönülemez tek bir acı vardı. Göğsümüzü aşıp yaşam kaynağımıza dokunan ufacık bir şey bile bizi süründürebilir, öldürmekten beter edebilirdi. Bir büyücü, yüzyıllar boyu yaşayabilirdi, eğer kalbini koruyabilirse. Belli bir sayıdan sonra yaşlanmaz, olduğumuz yerde kalır, değişmezdik. Bu hem içimizdeki güce hem de büyünün soyumuzdaki yerine bağlıydı, ilk kandan gelenler diğerlerinden her zaman daha güçlü olurdu. Ateş Kralı da öyleydi, yüzyıllar boyu yaşamış, binlerce savaş görmüş, ilk kandan gelen bir Kraldı. Onun da ailesi, aynı bizim büyüklerimiz gibi Büyük Savaş'ta öldürülmüştü. O zamandan beri tahtın hakimiydi, ölen Kraliçeden iki oğlu üç kızı vardı, bazıları küçük prensin kraliçeden olmadığını iddia ederlerdi fakat bunlar sadece dedikodu olarak kalırdı. Yaklaşan savaşın sebeplerinden biri Ateş Kralı'nın öfkesi ve gücü olacaktı ki cesedinin bulunması her şeyi değiştirmişti. Şimdi üç sarayın da tanımadığı biri tahtı ele geçirmişti, bir Prens. Taht yaşça büyük ve tecrübeli prense uygun görülmüştü. Kral'ı öldüren büyücü günlerce Krallığın etrafında arandı, Prens Kral'ı bulduğunda öyle hızlı davranmıştı ki birinin o topraklardan sağ bir şekilde kaçabilmesi imkansızdı, aynı Krallığa habersizce girebilmesi gibi. Bu yüzden Prens, saraylarımızı sorgulamaya tenezzül dahi etmedi, babasının yasını tutmuş muydu kimse öğrenemedi. Diğer üç sarayın, bizim gibi, duyduğu tek şey, Prens'in Kral'ın tahtına geçtiği ve binlerce büyücüyü günlerce sorgulamaya devam ettiğiydi. Küçük Prensin ,ki pek küçük sayılmazdı, ve Prenseslerin akıbetini ise henüz bilmiyorduk. Sarayımızdaki hizmetçilerden bazıları sınırdaki askerlerden Prenseslerin yas tutmaktan harap olduğunu duyduklarını söylüyor, bazıları ise Prenseslerin bu durumdan mutlulukla bahsettiğini, babalarının ölmelerini ne kadar istediklerini anlatıyordu. Küçük Prens ise sanırım ne tahtı arzuluyordu ne de babasının ölümünü. Şimdi kimse, yaklaşan savaşta tahtta oturan Alev Prensi'nin ne gibi bir politika izleyeceğini bilmiyordu. Kimse Prens'i doğru düzgün tanımıyor, herkes onu söylentilerle biliyordu. 'Alev Prensi, babası, yani Ateş Kralı kadar zalim. Orduda bulunan eli kanlı bir savaşçı, çok yetenekli bir büyücü. Saraydaki halkın, yeni ve büyük korkusu.' İşte bir Prensesin kendi sarayında saklanarak köşelerden toplayabildiği bilgiler bunlarla sınırlıydı, neye benzediğini bilen ya da anlatabilen tek bir kişi bile yoktu. Prensler merhum Ateş Kralı Agentan kadar güçlü müydü, sanırım bunu ancak o saraya adım attığımda öğrenebilecektim.

KAYIP TAÇWhere stories live. Discover now