3• Karanlık Orman •

29 1 0
                                    

Hızlı bir hareketle atın üzerinden inip etrafı yokladım, ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum fakat bakışlarım askerlerin ve çadırların üzerinden inatla çekilmiyordu. Açık mavi, parlak kumaştan ve incilerden yapılmış elbisemin eteklerinin yerlerde süründüğünü görse Kraliçe beni kesinlikle anında öldürürdü, hatta belki ona kalmadan Kraliyet Terzisi Yuri işimi bitirirdi. Neyse ki beni saraydan postalamaya kimsenin gelmesine izin verilmemişti, buna Setana da dahil. Kralın emri çok netti, birkaç asker ve General Aspen. İlk duyduğumda Aspen'in bana Ateş Krallığına kadar eşlik edeceğini düşünsem de babam net bir ifadeyle bunu da reddetmişti. Atım ve sınırdaki bir birlik, bana saraya kadar eşlik edecekti, Karanlık Orman'dan geçmeme yardımcı olacak küçük bir topluluk. Krallıklar arasındaki sınırda bulunan askerlerimiz her zamanki gibi cansız bir manken kılığına bürünmüşler, bana göz ucu ile bile bakmamışlardı. Hiçbiri yerini terk etmedi, aman ne ilginç. Atımdan inmeme yardımcı olacak nezaketi bile gösterememişlerdi. Başka bir zaman olsa kirli eteklerimin hesabını onlara kilitleyebilirdim, tabi sorgulayacak birileri olsa..
Ellerimi örgülü saçıma götürdüm, incilerle bezenmiş toka kafama öyle sert bir şekilde takılmıştı ki başımı deleceğini sanmaya başladım ve büyük zorluklarla saçımdan çıkarıp yere sertçe fırlattım. Bu hareketim üzerine birkaç asker zorla da olsa hafifçe bana döndü, yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim. Ardından küçük tebessümü yok ettim, kaşlarımı çatmamla önlerine dönmeleri bir oldu. "Bunu Kraliçe'ye bildirecek biri dahi olursa.." tehdidimi devam ettirmeye dahi gerek duymadım.

Gerçi benden korkmalarına gerek yoktu, nasıl olsa sınırdaki askerlerin hepsi büyüyü nasıl kullanacaklarını biliyor ve bu şekilde eğitiliyordu. Belki bazıları beni birkaç dakika içinde boğabilirdi ve ben yani sözde Su Prensesi tabi ki de hiçbir karşılık veremezdim. Kralın kızı olmasaydım.. büyük ihtimal benimle sadece dalga geçerlerdi.
Bir an için aklım Setana'nın söyledikleriyle sarsıldı, gözlerim etraftaki çadırları taramaya başladı. Marso'nun bu birliklerden birinin başında durması sayesinde sınırdaki çadır sayısını biliyordum, direkt olarak saymaya başladım fakat çadırlar Karanlık Orman'ın ucuna kadar uzanıyordu ve buradan orayı görebilmek neredeyse imkansızdı. Sıkıntıyla önüme döndüm, Aspen'in geldiğini adımlarının çıkardığı sesten anlamak gayet mümkündü.

"Prenses.." diye seslendi o ihtişamlı ses. Tuttuğum nefesi bıraktım ve yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim fakat gülümsemem de düşüncelerim gibi anında solup yok oldu.

Generali kesinlikle böyle görmeyi beklemiyordum, her zamanki gibi gayet titiz hazırlanmıştı ama yüzündeki ifade ne kadar yorgun olduğunu bağırıyordu sanki. Onu böyle bırakıp gidecek olmak yüreğime ince bir sızı yükledi, ne kadar korktuğunu askerler de fark etmiş olabilirler miydi? Gerçi Aspen'in belki de ilk defa bunu düşünebileceğini sandığım kadar otoriter bir hali yoktu, sanki omuzları çökmüş, yürüyüşü tamamen değişmişti.

"Hazır mısınız Prenses?" Diye sordu bana biraz daha yaklaşarak, aramızda sadece birkaç adım kalınca durdu. Gözleri beni incelemeye koyuldu, başka bir zaman olsa belki ne kadar güzel olduğumu söylerdi. Şimdiyse sadece inceliyordu, yüzümü bulduğunda birkaç saniye bekledi.

Birkaç saniye..nasıl da bir yüzyıla eşit olabiliyordu bazen..

Yüzüne sahte olduğunu ayrıntılara inmeden anlayabileceğim bir tebessüm yerleştirdi ve tekrar sordu. "Hazır mısın?"

Değilim diye fısıldamak istedim. Bana yalan söyledin, beni ölüme gönderiyorsun, güvendiğim tek insan beni ölümüme gönderiyor.

KAYIP TAÇWhere stories live. Discover now