94- Kıpkırılmış

1.8K 120 47
                                    

 Bedir ÖZÜKAN'dan

Ne ile uğraştığım her seferinde değişiyordu. İpin ucunu sımsıkı yakaladığımı düşündüğümde tek yakaladığım şey beni hiç ilgilendirmeyen kısmıydı. Her seferinde başaracağıma dair kendime verdiğim yeminleri, sözleri bir türlü amacına ulaştıramıyor, aklımı kaybetme aşamasına geliyordum.

Şehnaz'ı kendi halinde bırakmıştım. Aslında bırakmamıştım, öyle düşünmesine izin vermiştim. Belki de gerçeğe o benden daha erken ulaşırdı. Akıllıydı ama aklındaki o derin parçaları birleştiremiyordu. Bir şeylere hem istekli hem de hevesi kaçmış görünse de benden daha inattı. Bırakmazdı.

En başından beri tek sorunun o taş parçası olmadığını biliyordum. Bu kadar şey tek bir mantıksızlıktan ibaret olamazdı. Belki de bu işlerin arkasında daha büyük mantık hatası vardı. Fikir yürütülemeyecek kadar derin ve karmaşık konuydu.

Eve girdiğimde sessizlikle karşılaşmak beni şaşırtmadı değildi. Salona ilerlediğimde televizyon sesinin gelmesiyle adımlarımı hızlandırıp holden çıkıp büyük odaya girdim. Sadece Minikşe vardı. Gülümsedim.

"Şehnaz Hanımlar keyif mi yapıyor?" diyerek yanına yaklaştığımda dalgın bakışlarını ekrandan ayırıp bana baktı. Sanki sesimi duymayıp bir anda yakalanmışçasına ayağa kalkıp belli belirsiz gülümsedi. Yine bir şey olmuştu, belliydi. Ya da hiçbir şeyin olmaması onu çökertiyordu.

"Hoş geldin," deyip sımsıkı sarılınca burnumu yumuşacık saçlarına sürttüm. Daha tam hasret giderememişken hemen benden ayrılıp yeniden oturduğu yere geçti. Yanına oturdum. Elimi dizine yerleştirdim. Kumandayla kanalları boş boş dolaşmaya başlamasıyla boynumu sıvazlayıp bir süre onu izledim. Ara ara yüzüme bakıp bir şey diyecek gibi olsa da bakışları yeniden ekrana dönüyordu.

"Televizyon izlemeyi pek sevmezsin Minikşe. Şimdi de kumanda elinden düşmüyor," dedim imada bulunup.

"Sevmediğimden değil de izlemeye fırsatım pek olmadı," demesiyle başımı salladım. Bir nevi haklıydı. Burnumuzun leşten kurtulduğu yoktu.

Uzanıp kucağındaki elini avucuma aldım, yüzeyini okşadım. Sonunda dikkatini tam anlamıyla bana verdi. "Ne yaptın bugün? En son Sadir'i anlatmıştın bana." Bir de benden kara lahana toplamamı istemişti. Aklı o kadar yoğun görünüyordu ki benden lahana istediğini bile unutmuştu. Ayağa kalkıp dışarı çıktım. Arabada unuttuğum poşeti alıp tekrar eve geçtim, Şehnaz'ı yine televizyona bakarken buldum. Yanına oturup lahanaları kucağına bıraktığımda bakışları eğildi. Poşetin içini karıştırıp bir dal lahanayı eline aldığında gülümseyerek bana baktı.

"Manav poşetine benzemiyor," dedi pembe poşeti parmaklarıyla sıkıp ses çıkararak. "Çocuk giyim poşeti."

"Bana topla dedin. Ben de topladım. Çiftliğin az ilerisinde bir çiftlik daha var ya. Oradaki yaşlı amcadan rica ettim. Karım sizin lahanaları görünce aşerdi diye. Toplamama müsaade etti."

"Çok yalancısın Bedir. Ben bir kere onların lahanalarını hiç görmedim. Onların lahanalarını aşermedim." Bir tane daha lahana çıkarıp yeşil saplarını kopardı.

"Bu yalandan da ölmem herhalde. Sen yemene bak. Toplayıp getirdim mi, getirdim. Şu an yiyor musun, yiyorsun." Sesli bir şekilde yemeye başladı. Yemek yiyiliş seslerinden hoşlanmasam da Şehnaz da her şey hoş duruyordu. "Lahanaları elimde çiçek demeti gibi tutmayayım diye küçük torunları da bu poşeti verdi."

"Sen de yemek ister misin?" diye sordu bir dal uzatıp.

Yüzümü buruşturmamaya çalıştım. "Yok sevgilim. Hepsini sana aldım. Sen ye. Kalanıyla da Şeker teyzeye sarma yaptırırız. Ondan yerim işte."

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now