O MALUM DAVET...

9 3 0
                                    


O "malum" cumartesi günü nihayet geldiğinde heyecan doruktaydı. Sabahın erken saatlerinden itibaren yaşanan telaş inanılır gibi değildi. Canan annem bir Nazi subayı edasıyla ortada salınıyor, herkese talimatlar yağdırıyor, etrafı kasıp kavuruyordu.

Ben olup bitenlerin dışında kalmayı tercih eden kanadı kırık minik bir serçe gibiydim. Değil olay çıkartmaya, ortalıkta dolaşmaya dahi cesaretim yoktu. Mutfakta yaşananlardan sonra çocukluğumun bir yanı tarihe gömülmüştü sanki. Kin ve nefret gibi duyguların bir insanın üzerinde yarattığı etkiye şahit olmak dengemi tamamen alt üst etmişti. Bu dünyada kötü insanların da var olduğunu ilk elden öğrenmiştim.

Ferman teyzem o karanlık çarşambadan sonra aşçılık vazifesinden azledilmişti. Yeni görevi, yemeklerine daha çok güvenilen sosyetik catering şirketinin peşinden koşmaktı. Zavallıcık sesini çıkartmadan söylenilenleri harfiyen yerine getiriyordu. O kadar iyi huylu ve olgun bir kadındı ki onun varlığı bize o yıllarda bahşedilmiş bir armağan gibiydi. Evimizde iyi ile kötünün ölçüldüğü baskülde o olmasaydı eğer şirret ağır basar, bizi boğardı.

Malum gün için haftalar öncesinden getirtilen çiçekler hayal gücünün alabildiği tüm renklerde tabiatı aydınlatıyordu. Babamın karısı bizzat ve müthiş bir özenle yerlerini seçmiş, onları bahçenin dört bir yanına diktirmişti. Çim, öylesine canlı, öylesine yeşildi ki üzerinde yalın ayak koşmaya davet ediyordu izleyeni. Bahçıvanların kendi güllerimizden yaptıkları aranjmanlar havuz başını süslüyordu. Turkuaz havuzun üzerinde ise beyaz nilüferler yerleştirilmişti. Aralarına yerleştirilen mumlar ve bahçedeki meşaleler başbakan ve karısı gelince geceyi aydınlatacaktı.

Ben, başbakan kelimesinin gerçek anlamını kavrayabilecek yaşta değildim henüz. Şimdiki çocuklar kadar farkındalığımız yoktu o yıllarda. Ne gelen konukların önemine ne de bunca tantanaya anlam verebiliyordum. Hiçbirimizin ne doğum günüydü ne de yeni yılı karşılıyorduk! Hediye alacağıma dair bile en ufak emare yoktu. Çocukça bakış açımla bu davet berbat, sıkıcı ve gereksiz bir telaştan başka bir şey değildi.

Konukların gelmesine yakın, üvey annemin odama gelmesiyle irkildim. Ondan çekinmek için artık haklı sebeplerim vardı, içinde gizlenen yezitle bir kez daha karşılaşmaktan ödüm kopuyordu. Uysal ve ziyadesiyle mülayim bir tavır takındım o nedenle, onu hafif bir tebessüm ile karşıladım. Sağ elinde tuttuğu askının üzerinde duran koyu bordo renkteki giysi korkunç görünüyordu.

"Tatlım bunu giymeni rica ediyorum senden. Bak rengi ne kadar hoş, seni olduğundan en az 5 kilo az gösterecek! Janet birazdan gelecek ve sana hazırlanman için yardım edecek. Saçını da şöyle bir güzel örer..." diye emretti.

Başımı uslu bir kız çocuğuna yaraşır şekilde sallayarak cevap verdim ona. Mutfaktaki canavar üzerine koyun postunu ustalıkla geçirmiş, yumuşak tavırlarıyla beni şaşırtmayı başarmıştı. Canan annem yanağımı okşadıktan sonra yağdıramaya başladığı talimatları sürdürdü:

"Zümrütçüğüm biliyorsun bu gece baban ve benim için çok önemli. Dolayısıyla da senin çok cici bir kız olmanı istiyorum. Sana sorulmadıkça asla konuşma, tamam mı tatlım? Sorulan sorulara ise 'evet' ya da 'hayır' şeklinde cevap vermen yeterli..."

Söyleyecekleri bitmişti, odadan bir hayalet edasıyla süzülerek ayrıldı. Demek istediklerini çok iyi anlamıştım! Arzularını yerine getirecek ve başımı belaya sokmamış olacaktım. Bu kadar basitti işte!

Janet, aldığı emri yerine getirmek üzere kısa bir süre sonra yanıma geldi. Elbiseden nefret etmiştim, rengi siyaha yakın bir bordoydu ve vücudumu sımsıkı sarıyordu. Beli o kadar sıkıydı ki nefes almakta güçlük çekiyordum. Cici annemin itaatkâr hizmetkârının ördüğü saçlarımdaki tokalar ise başımı acıtıyordu. Babamın karısı emeline ulaşmıştı: Kendimi şişman ve çirkin bir cüce gibi hissediyordum!

MÜCEVHER GÖZLÜ ANKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin