4 | Savaş

1.4K 102 73
                                    


Playlist: Faydee -Unbreakable

4. Bölüm: “Savaş"

Gözlerimi aralamamı sağlayan şey pencereden giren gün ışığıydı. Elimi çarşafımın üzerinde gezindirdim ve uyanmayı denedim. Yatakta oturur bir pozisyona geldim. Dikkatimi çeken ilk şey üzerimdeki pijamalardı. Gözlerimi kısarak yataktan kalktım. En son merdiven basamaklarında uykuyla uyanıklık arasında olduğumu ve bir çift kolun beni oradan alarak odama kadar taşıdığını hatta ve hatta üzerimi değiştirirken huysuz mırıltılar çıkardığını hatırlıyordum. Bu elbette ki Doruk'tan başkası olamazdı. Yüzümü tuhaf bir gülücük kapladı. İlk kez daha güçlü uyandım.

Dolabıma koşarak üzerime diz kapaklarıma kadar gelen salash bir elbise giyerek ayağıma da kahverengi sandaletlerimi giydim ve odamdan çıktım. Mutfağa ilerlerken onun odasının önünden geçmiştim. Tuhaf bir şekilde halâ ardıma bakarak gidiyordum.

Bu, takıntıdan fazlasıydı.

Mutfağa indiğimde kahvaltı için malzemeler çıkardım. Dünden kalan yemekler halâ masanın üzerinde duruyordu. Onları alarak küçük bir kaba koydum ve giderken bizden daha çok hak edecek birilerine vermeyi aklımın bir köşesine not ettim. Portakalları sıkmaya yeltendiğim sırada dış kapının kapanma sesini duyumsamıştım. Bu sefer peşinden koşmadım. Öylece mutfakta oturdum. Hazırladığım her şeyi yeniden eski düzenine bırakıp dünden kalan yemekleri de alarak çıktım.

Yemekleri yol kenarında bulduğum köpeklere verdiğimde içim en azından çöpe gitmediği için büyük bir huzurla doldu.

Aptal bir döngünün içindeydim.

Yine de bu döngüyü bozmayacaktım.

Çünkü bu, bizim iletişim kurma şeklimizdi.

Yanlış ya da doğru.

Hastalıklı ya da mantıklı.

Umrumda değildi. Buna tutunmaktan başka çarem yoktu.

🍀

Sandaletlerim, yağmurdan kalan su çukurlarının içine dalıp çıkarken şlop diye bir ses çıkartıyor ve beni küçük bir kız çocuğu gibi yerimde zıplamaktan alıkoyamıyordu. Yeniden kutsal döngü başlıyordu ve ben son dakikalarımı onu düşünmeden geçirmeyi umuyordum. Lakin her yerde onu hissediyordum. Sanki şuan yanımda o varmış ve beni izliyormuş gibi... Bu aptal bir aşk ya da takıntıdan fazlasıydı. Bunu hissediyor fakat bir kalıba uyduramıyordum.

Bu, onun beni paramparça ediş şekliydi. Küllerim bile kalmayana kadar yanışımın elde tutulur nesnesiydi.

Yine de pes etmeyecek kadar bir parça bırakıyordu. Hep tutunabileceğim küçük bir parça. Küllerimin arasında yine ona tutunup yine onun için, ondan doğabileceğim küçük bir parça.

Delirdiğimi söylemiştim değil mi?

Gözlerimi kapatıp açarak evimize -halâ bu kelimeden emin değildim- geldiğimi fark etmiştim. Kapıyı açar açmaz ıslak sandaletlerimi çıkardım ve vestiyerin yanındaki dolaptan terlik giydim. Buraya bir kaç tane panduf almalıydım.

Gözüm mutfağa kayarken etrafta yine Doruk'un izini aradım. Anlaşılan halâ gelmemişti. Mutfağa ilerledim ve bize asla yemeyeceğimiz yemekleri pişirmeye yeltendim. Dün akşam dolaba koymayı akıl ettiğim soslu makarnayı mikro dalgaya atarak ısıttım. Hazır tavuk çorbası ve brokoli yapmaya karar verdim. Kafeden dolayı yemek yapma konusunda becerikliydim. Yemekleri hazırlarken bir yandan da basit bir salata yaparak masanın ortasına koydum.

Servis tabaklarını yerleştireceğim sırada dış kapının açılma sesini işitmiştim. Odasına çıkacağını hissettiğimde elimdeki tabakları bırakarak merdiven basamaklarına koştum. Bana alışmasını sağlamalıydım. Belki de evde birilerinin olmasına alışık değildi. Evet, sorun sadece bu olabilirdi. Bunu yapmalıydım.

"Yemek yaptım.” dedim basamakları çıkmak üzereyken önüne geçerek.

Gözlerini kısarak, “Ye o zaman?” diye söylendi. “Neden sürekli bilgi veriyorsun?”

“Senin için de yaptım.”

Dudakları yukarıya doğru hoş bir kıvrım oluştururken gülümsemeden edemedim. Derin bir nefes vererek, "Benim için yemek yapacak birileri var zaten." diye tısladı. "Sen bununla uğraşma olur mu?”

"Ben..."

"Önümden çekilirsen odama çıkacağım.”

“Ta-tabi." dedim; geriye çekildiğim an, o da odasına çıkmıştı. Gözlerim dolmaya kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Mutfağa ilerledim; bir yandan ağlarken bir yandan da mutfağı toparlamaya başladım.

🍀

Sabah uyandığımda üzerimde büyük bir yorgunluk vardı. Bu eve geldiğimden bu yana ilk kez bu kadar çok uyumuştum. Gözlerimi ovuşturarak odamdaki küçük banyoya yürüdüm. Bugün her şeyin geç kalmasını istiyordum. Her zaman dakik biri olsam da şuan öylece oturup boş yere vakit kaybetmek istiyordum. Çünkü hiçbir amacım kalmamıştı. Üstelik bugün Cumartesi idi. Kafeyi hafta sonları erken açmazdım.

Banyodan çıkıp üzerimi bile değiştirmeden mutfağa indim. Kapıyı ittirip içeriye girdiğimde onu burada bulmayı beklemiyordum. Dün geceki imalarından sonra arkamı dönüp çıkmaya yelteneceğim sırada, “Bildiğim kadarıyla bu evde başka bir mutfak yok." diye mırıldandı.

Kafamı çevirerek onun küstah yüzüne baktım. Bu kadar kaba ve anlayışsız biri olmasına dayanamıyordum. İkimizin de mutlu olmadığını ama buna mecbur olduğumuzu anlayamıyordu. "İştahım kaçtı.” dedim, ilk kez onun canını yakmak adına.

“Tuhaf,” diye söylendi elindeki elmayı ısırarak. “Genellikle ters tepki alırım.”

Gözlerimi devirdim. “O ters tepki verenlerin seni gerçekten sevdiğini falan mı zannediyorsun?” diye sordum acıyla. Amacım sadece canını yakmaktı. Onun beni farklı açılardan kanattığı gibi bende onu kimsesizliğinden vurmak istiyordum.

“Hayır.” diye yanıtladı kendinden emin bir şekilde. “Hepsi param ve soyadım için yanımda.” Elindeki elma çöpünü masaya bırakarak yanıma ilerledi. Yanımdan geçip gideceği sırada ekledi: “Tıpkı senin gibi.”

🍀





SYMPHONY Where stories live. Discover now