𝒀𝑰𝑲𝑰𝑴𝑳𝑨𝑹

239 32 19
                                    


Hastaneye ulaşmam beklediğimden kısa sürmüştü şansıma. Trafik yoktu, tüm ışıklar yeşil yanmıştı. Bu sorunsuz ilerleyişin hastanede de sürmesi için dua ediyordum. Başımın ağrısı hala geçmemişti. Kafamın içindeki sesler konuşmaya devam ediyordu. Benimse tek isteğim doktorun ağzından çıkacak olan herhangi bir cümlenin o sesleri susturmasıydı. Hastaneye ulaştığımda ilk bulduğum boş park yerine arabayı bırakıp hızla binaya girdim. Danışmadaki sekreter dünkü gibi yanıma yaklaşıyordu ki elimle engelledim ve yoluma devam ettim. Jongin'in odasına ulaştığımda kapısını çalmadan girmiştim içeriye dünkü durumun aksine yalnız ve oldukça ciddi bir şekilde masasında oturuyordu. Beni görünce yavaşça koltuğundan kalkıp kapıya doğru ilerledi "Hoş geldin. Doktor Choi bizi odasında bekliyor çok oyalanmadan gidelim hadi." Hiçbir şey söylemeden hala açık duran kapıdan çıkan Jongin'i takip ettim. Asansörden inene kadar tek kelime geçmemişti aramızda. Asansörden inip sol koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladığımızda yavaşladı ve yavaşça bana döndü. Elini omzuma atıp yavaşça sıktı. "Chanyeol... Ne olursa olsun, Bay Choi ne derse desin buradayım, yanındayım ve hep de öyle olacak biliyorsun değil mi? Biz beraber nelerini atlattık unutma."

Haklıydı belki biz çok şey atlatmıştık; babamın ölümünde ben onu evden kovana kadar benimle kalmış, her ihtiyacımıza koşmuştu. Üniversitenin son yılında annesinin ortaya çıkan nörolojik hastalığı sonucu Soo'yla beraber sabahlara kadar okunmadık makale bırakmadıklarında onlarla oturmuş, elimden geldiğince destek olmaya çalışmıştım. Zaten bu hastalıktan sonra karar vermişti ya nörolog olmaya. Tanrı'ya şükürler olsun ki annesi artık iyiydi. Ama eğer doktor o korktuğum sonucu kesinlerse bu; bunu nasıl, ne şekilde atlatırdım bilmiyordum. Jongin'e küçük buruk bir gülümseme sunup yürümeye devam ettim. Geçtiğimiz birkaç odadan sonra sağımızda kalan kapıyı çaldı. Odadan gelen "Buyurun!" cümlesinin ardından içeriye girdik. Bay Choi gözlüğünü yüzüne iyice oturttuktan sonra kafasını kaldırıp siyah iri gözleriyle bize baktı. Ve bilgisayar ekranına geri döndü. Görünen o ki karşımızda fazlasıyla sert, tavizsiz bir insan vardı. Jongin benimle ilgili tüm bilgileri sunmuş olmalı, Bay Choi direk konuşmaya başladı. "Park Bey dün Kim Bey'in yoğun taleplerini kıramadım ve sonuçlarınızı yoğun bir şekilde inceledim. Üniversiteden diğer hekim arkadaşlarıma da değerlendirmeleri adına gösterim ve bunun sonucunda üzülerek söylemeliyim ki..." Sessizlik kaplamıştı yine tüm atmosferi. Bu cümlenin sonunu tahmin etmek zor değildi ama tahmin etmek istemiyordum. O ihtimali duymaya hazır değildim. Tedavi olabileceğime inandırmıştım kendimi bir gecede. Benim gibi kepçe kulaklı minik bir bebeğimin olabilmesinin yüzde bir ihtimali için bile canımı vermeye hazırdım ben. Bay Choi devam etti: "...üzülerek söylemeliyim ki sonuçlarınız sizin için tedaviyi imkânsız kılıyor." Ve yine sessizlik ve yine beynimin içindeki tufan. "Tedaviyi imkânsız kılıyor." ne demekti anlamamış gibi davranmak istiyordum ama olmuyordu işte. Son umudum da son bulmuştu değil mi...? Bağırmak çağırmak, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama ruhsuzlaşmıştım sanki. Kısık sesimle "Teşekkür ederim doktor bey iyi çalışmalar." demiş ve odadan çıkmıştım. Tabii Jongin de peşimden...

"Chanyeol konuşmak ister misin kardeşim biraz?" sesi buruktu. Acıyor gibi değildi, olamazdı da zaten dedim ya biz çok şey atlatmıştık beraber. "Teşekkür ederim Jongin. Seni yeterince işinden ettim zaten, benim de şirkete gitmem lazım bugün. İyiyim ben merak etme. Demek ki böyle olması gerekiyormuş." Değildim, hiç iyi değildim. Kabullenmek istemiyordum ve kabullenmek zorunda olmaktan nefret ediyordum. Kafasını onaylarcasına salladı. "Tamam o zaman şirkete ulaştığın zaman haber ver olur mu? Park anneme de selam söyle çok özledim onu dün görüşemedik ama en kısa zamanda mutlaka geleceğim yanına." Annem... Bir tanem dün sezmişti bir şeyleri ve bugün onunla konuşmam lazımdı. Kafa sallayıp otoparka doğru ilerlemeye başladım. Bugün çok uzun olacaktı ama bugünün de bir yarını vardı.

Öğlene kadar beni çok çalıştırmadığı için patronuma minnettardım. Anlaşılan bugün benim aksime onun için güzel bir gün oluyordu. Öğle arasının başlamasına 15 dakika kala Sun Min'den yemek yiyeceğimiz yerin adresini içeren bir mesaj geldi. Buraya çok da uzak olmayan bir restoranı tercih etmişti. Patronum odasından çıkarken yüksek sesle "Öğle arası! Herkese afiyet olsun!" diye bağırmıştı. Bu adam bugün kesinlikle iyi günündeydi. Sun Min'e şirketten çıkıyor olduğuma dair bilgi verip kalabalık sokakta ilerlemeye başladım. Karşıdan karşıya geçerken dalgınca karşımdan koşarak gelen çocuğu fark etmemiştim ve yine birinin düşmesine sebep olmuştum. İki günde iki insan... Garip bir şekilde bu çocuğun da kolu alçılıydı. Bir dakika... Bu dünkü çocuktu yine. Bu kez hızla kalkıp özür diledikten sonra koşarak uzaklaşan o oldu. Umursamadan devam ettim yoluma. Restoran'a girdiğimde Sun Min camın kenarındaki masaya oturmuş hatta çoktan siparişleri vermişti bile... Asla beklemek gibi bir huyu yoktu ve huyundan hiç hoşlanmıyordum. Masaya ulaştığımda yemeğini yemeye de başlamış olduğunu gördüm. Üstüne düşen gölgemle geldiğimi fark etti. Sabahki konuşmamız hiç yaşanmamış gibiydi davranışları. Açıkçası işime gelirdi, bir tartışma kaldıracak halde değildim.

"Hayatım hoş geldin. Biliyorsun yemek saatimi bir dakika bile aksattığımda vücudum ödem yapıyor. O yüzden önceden başladım." Sun Min ve bitmeyen, asla bitecek gibi de durmayan diyetleri.

"Hoş buldum. Biliyorum sıkıntı yok. Devam et." Moralimin bozuk olduğunu kurduğum kısa cümlelerden ve yüzümden anlamış olmalı ki halimi hatırımı sormak aklına gelmişti.

"Canım sen nasılsın, bir problem mi var? Moralin bozuk gibi." Bu konuyu konuşmam gerekiyordu onunla biliyorum. En kısa zamanda söylemeliydim ama bence o gün bugün değildi.

"Yorgunum sadece biraz bir problem yok. Sen neler yaptın görüşmeyeli?" Ona soğuk davranmaktan hoşlanmıyordum. Belki çok içli dışlı olduğumuz bir ilişkimiz yoktu ama yanında olmaktan, yanımda olmasından memnundum. Normal davranmak için elimden gelen çabayı göstermek istiyordum. Sadece büyük bir salata tabağı ve kocaman bir bardak sudan oluşan öğle yemeğini yemeyi bırakmıştı. Önüne doğru gelen dalgalı kahverengi saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp, bal köpüğü ve kahverengi arası renge sahip olan gözlerini telefonuna kaydırıp heyecanla bir şeyler aramaya başlamıştı.

"Ben her zamanki gibi harikayım hayatım." Aradığı şeyi bulmuş olmalı ki telefonu bana çevirip konuşmaya devam etti.

"Biliyor musun Kwan Jin dün Yoon Hwa'ya evlenme teklif etmiş? Han Nehri'nden kocaman bir pankart sallandırıp tekneyi bir sürü kırmızı kalpli balonla kaplamış ve tam evlenme teklifi ederken yapay kar yağdırmış."

Yine bir evlilik teklifi konuşması daha. Yine bir tektaş fotoğrafı daha. Yine bir yapay kar, Han Nehri ve romantiklik konuşması daha. Yine bir "Bana artık evlenme teklifi et." mesajı daha.

"Düşünsene Chanyeol böyle Yoon gibi kıvır kıvır saçlı bir kızları olsa ya da Jin gibi simsiyah saçlı bir oğulları. Nasıl da tatlı olurlar! Ayhh çok güzel ya..."

Ve işte bende iplerin koptuğu o an. Kanım kaynamaya başlamıştı. Neden, neye, kime bilmiyorum ama sinirlenmeye başlamıştım. Aldığım lokma ağzımda büyümüştü. Lokmamı yutmak adına önümdeki bardaktan büyük bir yudum aldım. Sun Min konuşmaya devam ediyordu.

"Böyle minik minik elleri, ayakları, fındık burnu olan minikler. Bizim çocuklarımız sana benzesin Chanyeol. Babaları gibi iri gözleri, tatlı kulakları ve parlak gülüşleri olsun."

Bu cümlesi başımdan aşağıya kaynar suları boşaltmıştı. Bizim çocuklarımız... Babaları gibi... Daha fazla dayanamazdım artık, daha fazla hayal demek daha fazla yıkım demekti.

"Sun Min bizim çocuklarımız olamaz." Cümlemin ardından masada çıt çıkmıyordu. Sun Min burukça gülerek "Haklısın canım daha çok genciz zamanı var değil mi ama? Boş ver sen beni."

Yanlış mı anlamıştı yoksa anlamak istememiş miydi bilmiyorum. Daha açık bir şekilde ifade etmekten kaçınmadım.

"Sun Min ben kaç yaşında olursam olayım benim çocuğum olmayacak. Ben kısırım."

Siz deyin on dakika ben deyim on saat süren bir sessizliğin ardından ona kızamayacağım, kırılamayacağım şeyi yaptı. Masadan yavaşça kalktı. Çok, olması gerekenden çok daha sakince konuşmaya başladı.

"Özür dilerim Chanyeol. Her şey için teşekkür ederim ama artık olmaz. Bitirmek zorundayız. Bitti." dedi ve restorandan çıktı. İki günde üçüncü yıkımım da böylece gerçekleşmişti.

3.BÖLÜM SONU 

SKY MIRACLEWo Geschichten leben. Entdecke jetzt