venti

3.1K 296 622
                                    

merhaba 😔 bölümün çok geç kaldığını biliyorum ve nasıl bir bahanenin arkasına sığınabilirim bilmiyorum ama son zamanlarda yazmak için hiç vakit bulamadım ve bulduğum vakitlerde de yazdıklarımı o an içinde bulunduğum garip ruh halim ile boğasım gelmedi ): ayrıca finale bir bölüm kaldı ve sona gelmek istemediğim için de yazmaktan kaçtım birazcık... yine de bölüm 5k kelime olduğu için bununla durumu telafi edebilirim diye düşünüyorum ve (söylemeye çekindiğim için üstü kapalı bir rica 💔) beni bir emojilik bir yorumun bile ne kadar mutlu ettiğini bilemezsiniz.. iyi okumalar, SİZİ SEVİYORUMM

_____

12 Ekim, 1967

Minho, içtiği süt karnında gaz yaptığı için huysuzlandığı vakitlerden, üslü sayıları yapamadığı için ağladığı vakitlere kadar her daim, kestane rengi saçları karıştırılarak kereta diye sevilen haylaz bir çocuk olmuştu.

Bisikletin pedallarını çevirmeden bayır aşağı sürme fikrini ortaya atan kişi, on sekiz tane çikolatalı ekmek hazırlayıp hepsini fırın tepsisinde arkadaşlarına götüren çocuk, patlayan topların içine tişört sıkıştırmayı teklif eden arkadaş, jölenin tadının güzel olduğu yalanını ortaya atıp üç kişi tarafından hırpalanan yalancı, okuldaki öğretmen sandalyesine oyuncak korna yerleştirmeyi teklif eden yaramaz ilân edilmişti.

1967 yılının sonbaharındaki Minho ise tüm o sütlerden, üslü sayılardan, bisikletlerden, toplardan, salopetlerden, çikolatalı ekmeklerden, jöleden ve şeytani fikirlerden uzaktı; yeni bir ortamla ve yeni bir yaşamla başa çıkmaya çalışıyordu. Bir şeylere yetişmeye, bir şeyleri tıkırında götürmeye çalışıyordu. Hayata ve her şeyden önce kendine yetişmeye çalışıyordu fakat uzak kaldığı tüm bu imgelerden ve yakınlaştığı tüm bu yeni sorumluluklardan bağımsız bir şekilde, hâlâ daha o haylaz çocuktu. Ve hâlâ, önceleri olduğu gibi, kusursuz kalıbına uymak ile uzaktan yakından alakası yoktu.

Öyle ki karakter listesine bir bakış atmamız gerekirse, kusurlarla doluydu.

Örneğin en basitinden, istediğinden her an dayanılmaz bir ukâla olabilirdi, alaylı tavırlarıyla insanların sabrını sınayabilir, iğneleyici sözleriyle tahammül kotalarını bir oyuncağa çevirebilirdi. Yeri geldiğinde sinir bozucu olmaktan çekinmezdi, belirsiz gülüşünü dudaklarında yaratabilir, hoşnutsuz simasını zahmetsizce takınıp etrafındakileri kendilerinde (olmayan) hatalar aramaya teşvik edebilirdi. Diğer bir tarafta empati yeteneği zayıftı; eleştiri yapmadan önce empati kurmayı beceremez, olayları yorumlarken yalnızca kendi bakış açısını kullanırdı. Keskin ve net fikirleri, hümanist veya merhametli olmadıklarını hemencecik belli ederdi. Sorumsuzdu ve dağınıktı; şüphesiz eşyaların karadeliğiydi ve mayın döşeli bir araziyi geçmek, odasında birkaç adım yürümekten daha kolaydı. Duyguları 'yoğun ve zayıf' diye ortası olmadan ikiye ayrılırdı, sevdiği biri ya da bir şey için birçok şeyi gözden çıkabilir; çevresindeki insanları bir hiçmişçesine aniden yok edebilirdi. Ayrıca lüzumsuz soruları, anlaşılmadığı için öfkelendiren bakışları çokça baş gösterirdi.

Fakat bunlara rağmen her haylaz çocuğun göğsünde kocaman bir yürek olduğu iddiası doğrultusunda söylenebilir ki, Minho'yu oluşturan şeyler bunlardan ibaret değildi ve tüm bunlara rağmen reddilemezdi ki; Minho kusursuz olamadığı kadar da özeldi.

Daha onunla karşılaşılan ilk vakit, havası insana pahalı ve zarif bir parfümün kokusuymuşçasına çarpardı. Kimse bakışlarını kolay kolay onun kestane rengi dağınık saçlarından, etrafa güven saçarak parlayan kahverengi gözlerinden çekip alamazdı. O kocaman gülümsemesini sundu mu ifadesiz kalmak imkânsız oluverirdi ve onu, daha büyük bir gülümsemeyle seve seve ağırlamak dışında hiçbir şans bırakmazdı karşısındakine. Konuşmak konusunda yetenekliydi, ortada bir hararet olmadığı sürece konuşma tarzı hipnoz ederdi ve öğrenmeye dair dinmeyen tutkusu, onunla edinilecek birkaç fikir alışverişinden anlaşılırdı. Hayattaki tek emelinin prestijli bir üniversite okuyup üst düzey bir statüye sahip olmak olmadığı tek bir sohbetiyle su gibi gün yüzüne çıkıverirdi. Kibirli değildi, bencil değildi ve insanları sınamak konusunda iyi olduğu kadar onları rahatlatmak konusunda da iyiydi. Sözcüklerle arası sıkı fıkıydı, taşmaya başlamış bir küvetin tıpasını çekmek tek bir iş birliklerine bakardı. Yağmurlu bir havada yürürken şemsiyesini yanındakine verip kendisi ıslanmaya başlardı, yemeğinden birazcık rica edildiğinde tüm tabağını tüm cömertliğiyle sunardı, karşısındaki bir şeyi anlayana kadar anlatmaktan çekinmezdi, yardımcı olabileceği her konu için bir melekten daha yardımsever dikilirdi tam ortada.

vincent, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin