diciotto

2.5K 305 290
                                    

23 Ağustos, 1967

İnsan alışır.

İnsan her şeye alışır. Maddi ve manevi olarak ayırt etmeden, kötü ya da iyi olarak seçim yapmadan, istemsiz veya istemli, uzun ya da kısa bir süreç içerisinde, her bir şeye bir şekilde alışverir.

Peki, her şeye alışabilmek insanı korur mu? Her şeye alışabilmek, insanı korkutur mu? Alışmak, insanı korkutmalı mıdır, alışkanlık yetisi insanı acımasız bir varlık olarak nitelememize sebep olmalı mıdır?

Bir insanın savaşlar, zülumler ve eziyetler dahil her şeye alışması vurdumduymazlık mıdır, yoksa alışkanlık yetisi bir insanın yaşamdan vazgeçmesine mâni olan en önemli şey midir?

Hangi vurgun alıştıktan sonra can yakar, hangi milyonuncu vurgun ilki kadar yaralar?

İnsana bahşedilmiş en güçlü silah alışkanlık yetisi midir? O hâlde, insana işlenmiş en büyük zayıflık, yine alışkanlık yetisi midir?

Alışkanlık yetisi, tüm tezat terimleri bir arada bulundurabilir mi? Tüm duygulara gebe kalamaz, tüm durumları ihtimali dahiline ekleyemez mi? Aynı anda siyaha, beyaza ve griye bürünemez mi? Acımasızken şefkâtli, korumacıyken saldırgan olamaz mı?

Spesifik olarak bir kişiye, Hyunjin'e inip onun inişli çıkışlı, pek de iç açmayan hayatını kurcaladığımızda, evet. Evet, her şey olabilirdi.

Hyunjin, mental açıdan ona destek olacak bir ortamda, ona destek olacak davranışlarla büyümemişti. Birbirini tekrarlayan özgüven emici kalıplar, yetersiz hissettirecek sözcükler her yeni gün, bacak boyu fark etmeksizin bir yerden sonra koparmak istediği kulaklarına çarpıp durmuştu. O kendine bunların onu etkilememesi bir duvar örmeye çalıştıkça, her geçen gün koyduğu bir tuğlaya karşılık sarf edilen birkaç sözcük çocuksu korunma çabasından, soyut duvarından, on tuğla çalmış, onu dizleri önüne çöktürmüştü. Bu nedenle büyüdüğü süreç içinde, yaşam alanındaki her bir şeyle yüzleşmek ve onlara çok geçmeden alışmak, onu daima daha fazla yorulmaktan korumuştu. Birçok şeyden vazgeçmesine engel olduğu gibi, bir çok şeyden vazgeçmesine sebep olmuştu.

Bu yüzden dünyada geçirdiği yirminci yılına kadar bu durumun varlığına, bu durumun ona yeni bir konfor alanı yaratmış olmasına minnettarlık duymuştu lakin Minho, hayatına bir sevgili olarak girer girmez beyaz, griye evrilmiş, Minho yanından gider gitmezse siyaha dönüşmüştü.

Zira Minho sayesinde alıştığı şeyler, onu hissizleştirecek ya da koruyacak şeyler değildi, aksine Minho gittiği anda onu acımasızca yıkıp geçecek şeylerdi. Onu duvardan duvara vuracak, canını yakacak, bir kaşık özlem suyunda boğduracak şeylerdi. İltifatlardı, bakışlar, dokunuşlar tatlı sözler, şarkılar, öpücükler, kelebekler, gülüşlerdi. Artık acı vericiydi.

Minho, kendi geleceğini kendi hayalleri doğrultusunda inşaa ettiği için onunla ucu bucağı görünmez bir gurur duyuyor, destekleyici bir aileye sahip olduğu için ve arzuladığı yerde yaşadığı için sahtelikten uzak bir sevinç hissediyordu. Yine de ona karşı hissettiği bu olumlu duygular, kendine ve hayatına karşı hissettiği karamsar duyguları bastıramıyordu. Çünkü olursa olsun içten içe kendini yıllarca hayal kurmaktan uzak tuttuğu için ailesinin sitemlerine dargındı, hiçbir hedefe sahiplik edemediği için çoktandır kapılarını kilitlemiş hayal dünyasına dargındı, Minho'yla hiçbir yerde zahmetsizce bir araya gelemeyeceğini bildiği için kaderine dargındı, ona böyle bir kader bahşettiği için Tanrı'ya dargındı ve Minho'dan bir çıkış yolu istemeye utandığı için gururuna dargındı.

Artık hiçbir şey yolunda değildi, hiçbir tren kendi rayında değildi.

Minho tamamiyle kasabadan gittiğinden beridir periler ışıltısını kaybetmiş, çiçekler cilveli göz kırpışlarını terk etmiş gibiydi. Doğan güneş artık gün olmuyordu, ayın dönesi, kuşların da ötesi gelmiyordu. Kalbi sağanağın huzurunda evsiz kalmış gibi küçülüp siniyor, sessizce ağlamaya çalıştığı hâlde gözyaşları içine içine damlayarak oralara derin kesikler bırakıyordu.

vincent, hyunhoOù les histoires vivent. Découvrez maintenant