Bölüm 8

219 137 196
                                    

Dizlerinin bağı çözülmüştü bir anda. Oldugu yere çöküp, hıçkırıklarına engel olmaya çalışırken, kısa kısa nefesler almaya çalışıyordu. Henüz çok başındaydı oysa ki, ama şimdiden dayanacak gücü kalmamış gibiydi.

Dış kapının açılıp kapanma sesi gelince, Akgün de aynı anda ayaklandı. Çalışma odasına gidip yerde duran tapuyu alarak oturma odasına doğru ilerledi.

Tahmin ettiği gibi, Kamer oturma odasındaydı. Hızla Kamer'e yaklaşıp tapuyu havaya kaldırdı. "Ne demek oluyor bu?" Sesi oldukça sert ve yüksek çıkmıştı.

Kamer önce Akgün'ün elindeki tapuya, sonra da Akgün'e çevirdi bakışlarını. "Tapu" sesi dümdüzdü hiç bir duygu emaresi okunmuyordu sesinden.

Tapuyu parçalamaya başlayan Akgün'ün gözlerinde alevler yükselmişti. "Bu ev benim, anlıyor musun benim! Bu tapuda benim adımın yazması gerekiyor senin değil!" Elindeki tüm kağıtları Kamer'in yüzüne fırlatırken tükürür gibi söylemişti bütün sözlerini.

Sabrı taşan Kamer hiç birşey söylemeden Akgün'ü kolundan tuttuğu gibi sürükleyerek kapının önüne koydu. "Defol git bir daha da gelme!" Kapıyı kapatıp içeri geçti.

Akgün kapıyı yumruklamaya başladı, aynı zamanda da bağırıyordu. Bir süre sonra yorulunca, yumruklarının yerini tekmeleri almıştı. "Aç kapıyı Allah'ın belası bu ev benim, asıl senin değil defol git evimden!"

Boğazı ağarıncaya kadar bağırmış sonunda yorgunluktan pes etmişti. Zira Kamer'in kapıyı açacağı da, olanlara bir açıklama getireceği de yoktu. Kapı eşiğinde oturup bir süre dinlendikten sonra, hızını alamayıp ayaklandı.

Arabanın anahtarları içeride kaldığından ve yanında para olamadığından yürümek zorunda kalmıştı. Kilometrelerce yol yürüyüp nihayetinde şirkete varabilmişti. Şirketten içeriye adım attığında Cabbar ile göz göze geldi.

Cabbar oturduğu sandalyeden kalkıp Akgün'e doğru adımlarken, Akgün çoktan hızını artırıp koşturarak asansöre binmişti. Cabbar da depar atıp asansörü durdurmak istese de saniye farkıyla kaçırmıştı. Asansör kapısı kapanırken Akgün'ün yüzünde ki kibirli bakışlarına alaylı gülümsemesi eşlik ediyordu.

Odasının olduğu kata gelince asansörden inip, odasına doğru ilerlemeye başladı. Oldukça hızlı hareket etmeye çalışıyordu, her an şirketten attirilabilirdi.

Yürürken şirket çalışanları Akgün'e bakıp aralarında konuşmaya başlıyorlardı. Kimisi kocaman açtığı gözlerle, kimisi kaşlarını kaldırıp ağzı açık, kimisi de eliyle açılan ağzını örterek bakıyordu.

Akgün de ona bakanlara meydan okuyarak bakıyordu. Odasının önüne geldiğinde kapıyı çalmadan ve asistanın uyarılarına aldırmadan içeri daldı.

Beril masasında oturmuş bilgisayarinda bir şeyler yazıyordu. Akgün'ün içeriye dalmasıyla birlikte Beril'in dudakları şaşkınlıktan o şeklini aldı.

Akgün kapıyı içeriden kilitleyip, avına yaklaşan bir panter edasıyla, Beril'e doğru adımladı. Beril üzerindeki şaşkınlığı ustaca atıp hemen Akgün'e alaycı ve küçümser bakışlarını göndermeye başladı. Içten içe Akgün'ün ne yapmaya çalıştığını merak ediyordu.

"Bu koltuk benim, bu masa, bu oda, bu makam benim nasıl bir oyunun içindeyim bilmiyorum ama tüm bunlar bana ait!" Saydığı her şeyi tek tek işaret parmağıyla göstererek söylemişti.

Beril Akgün'ü dikkatle dinledikten sonra, kahkaha atmaya başladı öyle ki durduramıyordu kendini. O sırada kapı dışardan açılmaya çalışılıyordu. Beril'in iyi olup olmadığı soruluyordu sürekli.

"Demek bunların hepsi senin, Tanrı aşkına hangi tımarhaneden kaçtın sen?" Akgün'e aşağılayıcı bakışlarını saklamadan sergiliyordu. Akgün'ün sabrı taşma noktasına gelmişti.

"Senin çıktığın ve buradan da tekrar gideceğin tımarhaneden geliyorum!" Her sözünde Beril'e daha çok yaklaşıyordu.

"Üstüne başına bak, dilenciden ne farkın var? Hemen terket burayı fazlasıyla zamanımı harcadın zaten!"

Beril'in sözleriyle üzerine bakınan Akgün yataktan çıktığı haliyle olduğunu ancak şimdi farketmişti. Bunun verdiği utanç ve karşısında ona küçümseyici bakışlarını gönderen Beril'e olan kızgınlığından nevri döndü.

Masanın üstüne çıkıp, ordan Beril'in üzerine atladı. Beril'in saçlarına yapıştığı sırada kapı büyük bir gümbürtüyle kırılarak açıldı. Cabbar ve bir güvenlik görevlisi daha Akgün'ün elinden Beril'i kurtarmak için epey bir çaba sarfetmek zorunda kalmışlardı.

Sadece Beril'le yetinmeyip odada da elinden geldiğince kırılabilecek herşeyi kırmış odanın altını üstüne getirmişti.

"Hayatımı çalmanıza izin vermeyeceğim, bu benim hayatım!" Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Beril de güvenlik görevlilerinden aldığı cesaretle Akgün'e vurmaya çalışmıştı. Pek başarılı olamasa da Akgün Cabbar'dan nasibini almıştı.

Elbetteki Cabbar Akgün'e bilerek dokunmamıştı, ayırmaya çalışırken istemeden de olsa zarar vermişti.

İkisini nihayet ayırdıklarında, polis siren sesleride duyulmaya başlanmıştı. Polisler gelip ifade için her ikisini de karakola götürdüklerinde ise, Akgün hala öfkesini kusamamış vaziyetteydi.

REMZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin