Gözlerime adeta batan ışık huzmelerine rağmen göz kapaklarım açılmak istemiyordu. Dün gece eve gitme biletimi kaybetmiştim, üzerine biraz daha sinir edilip bambaşka bir evrende uyanmaya çalışıyordum şu an. Gözlerimi açmadım, tüm gün uyumaya devam etmeyi deneyecektim. Sonuç olarak bir şeyi değiştirmemiş olacaktım değil mi? Yattığım yerde yan dönmeyi denediğimde aslında yatmadığımı, oturur pozisyonda başım yana düşmüş bir şekilde durduğumu fark ettim. Bilincim yerine geldikçe pantolonumdaki ıslak yapışkanımsı his dikkatimi çekti. Kafamı kaldırıp gözlerimi kırpıştırırken yeni doğan güneşin ne camı ne perdesi olan pencere boşluğundan içeri girişini gördüm ilk olarak. Ellerimi yüzüme siper yapmak için kaldırmaya çalıştım, kıpırdamadılar. Islaklığı anlamak için kafamı aşağı eğdiğimde gördüğüm tek şey koyu bir kırmızılıktı. Küçük kırmızı bir kan göletiydi.
Ayağa kalmaya çalıştım, kendimi geri itekledim. Kan her yerdeydi, nereye giderseniz gidin temastan kaçınamazmışsınız gibi her yere dağılmıştı. Ayaklarım önümde bağlamış kıpırdamıyorlardı. Ellerim arkada sımsıkı bağlı sıcak bir şeye değiyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışarak kollarımı çekiştirdim. "Ah! Taehyung amına koyayım rahat dur artık!" Arkamdan tanıdık bir ses fısıltıyla bağırış şeklinde yükselmişti. Rahatlamamıştım. "Hoseok?"
"Ne var günaydın prenses servisi mi istiyodun?" Sinirle tısladığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kafamı sol aşağı yerdeki karaltıya çevirdiğimde donuk bir çift mavi gözle bakıştık. Boğazında neredeyse omuriliğine kadar derin bir kesikle yerde iki büklüm duran Namjoon'un cesediyle. Ne olduğunu anlamadım, bağırıyor ve kalkıp gitmeye çalışarak debeleniyordum sadece. İki kişinin susmamı söylediğini duymadım bile. Gerçekliğe dönmeme neden olan karnımın sağ tarafından yediğim dirsek darbesinin keskin acısıydı. Saniyelik nefesim kesildi. Gri duvarlı bir yatak odasında Yoongi ve Hoseok'la ellerimiz birbirine bağlı sırt sırta oturuyorduk. Namjoon'un vücudundaki tüm kan altımıza akmış üstlerimizi mide bulandırıcı metalik koku eşliğinde siyaha yakın bir kırmızıya boyamıştı. Kusmak üzereydim.
Arkamda kalan kapı olduğunu tahmin ettiğim yerden ayak sesleri geldi. Biri kapı eşiğinde uzun bir süre durdu. "Günaydın güzellikler?" Tanıdık ama olduğunu hatırladığımdan daha kalın kadife ses içeriyi doldurdu. Ardından yavaş adımlarla oluşturduğumuz yuvarlağı dolanıp karşıma geldi. Göz hizama inmek için eğilmesini bekledim. Şoktan aklımı kaybetmek üzereydim. Hiç bir şey yapmada önümde dikildi öylece. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmak istemedim. Göreceğim sahneden çok korkuyordum.
Elini arkasına götürüp kemerinin altından çıkardığı silahı tereddüt dahi etmeden çenemin altına dayayıp kafamı yukarı kaldırdı. Keskin ve donuk bakışları nefret doluydu. "Eee Taehyung, artık paramı vermeye hazır mısın? Yoksa sağına da bir arkadaşını yerleştirmeli miyim? Aynı şunun gibi." Son sözünü söylerken ayağını Namjoon'un kafasına kanlara değmemeye çalışarak vurdu.
"Tae, ver parasını şunun. Lütfen." Yoongi'nin bitkin sesi odayı doldurduğunda Jeongguk bakışmamızı ayırıp gözlerini arkamda bir yerde duran Yoongi'ye çevirdi sakince. " 'Şu' mu?" Silahın namlusu hala çenemde dururken baş parmağıyla yavaşça arkasından güvenliğini açtı. Artık nefes almıyordum. "Kırıcı birisin Yoongi. Neredeyse yirmi dört saattir burada beraberiz ve sen bana hala şu mu diyorsun?" Burada ölecektik. "Arkadaşımızın boğazını kestin. Sırf paranı bir gün geciktirdik diye. Seni adam yerine koymamı mı bekliyorsun gerçekten?" Sesi hırıltılıydı. Yirmi dört saattir burada olduğumuzu söylemişti. Yemek yedik mi ya da su içtik mi anlamıyordum, aklımdan geçen ve dikkatimi verebildiğim tek şey ateşlenmeye hazır namlusu çeneme dayalı silahtı. Yoongi cümlesini bitirdiğinde namlunun tenime biraz daha battığını hissettim. Jeongguk gözlerini Yoongi'den ayırıp bana çevirdi tekrar. "Ne diyor arkadaşın Taehyung?" Sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi, titriyordum, başım dönüyordu. Jeongguk'un gözleri bir cevap ister gibi gözlerime dikilmişti. Saniyelik bir hareketle silahı çenemden çekti ve sağ tarafıma doğrultup tetiğe bastı. Gürültülü bir ses çıkmadı, hatta hiçbir ses duymadım bile. Az once çeneme değenin silahın ucundaki susturucu olduğunu anlamam saliseler sürdü ama sağ omzumda sıcak bir sıvı hissedene kadar olayları idrak dahi edemedim. Titreyerek kafamı çevirdiğimde Yoongi'nin yan yatmış başından oluk oluk akan kanın omzuma döküldüğünü gördüm. "Kanı hissediyor musun Taehyung?" Jeongguk dudaklarını kulağıma yaklaştırmış fısıldıyordu. "Paramı istiyorum." Silah kalbimin önünde durdu. Sıcak nefesi çok rahatsız ediciydi. "Yoksa sıra sana geliyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
everyday ; taekook
Fanfiction"Sen onun için defalarca kez öldün Taehyung, ama o sadece burada ölmek üzere olduğun kısmını görüyor. "