𝗖𝗵𝗮𝗽𝘁𝗲𝗿 𝟭: 𝘣𝘳𝘪𝘤𝘬

867 34 26
                                    

Ufak ufak gelen güneş ışığı ile gözlerimi araladım. Ağaçlar, kuş cıvıltıları, rüzgar hışırtısı ve doğanın etrafa salmış olduğu birkaç ses türü vardı.

Bir müddet kuru toprak üzerinde uzanmış şekilde bekledim. Oturur vaziyete gelip etrafa bakındım. Her şeyden önce bilmediğim bir şey vardı:

"Ben...kimim?"

Ayağa kalkıp üzerimdeki dal ve yaprak çöplerini sirkeledim. İç sesim ile verdiğim kararla ormanlık alanın içlerine doğru ilerledim. Fakat bulduğum veya bildiğim pek bir şey olmamıştı. Ormanın bayağı bir derinine inmiş ve vakit öğlen saatlerini bulmuştu. Yorulduğum için derin bir iç çektim. Gözlerimi kapatıp çimenlere doğru oturdum. Devamlı olarak devam eden hafif rüzgar eşliğinde nasıl ve kimin beni buraya getirdiğini düşünmeye çalışıyordum. Fakat bu soruları daha kendimi bile tanımadan cevaplayamazdım. Boyun hizamda ki kurt kesimi saçlarımı karıştırarak etrafa bakındım. Bir anda içime doğan bir hisle - hızlıca- çalılık alana baktım. Bu da ne böyle?

Sarı sweat-shirtlü ve yüzü kapalı kar maskesi takmış bir adam bana doğru, elinde bir tuğla ile bakıyordu. Ayaklandım ve kaçıp kaçmamak arasında kalmıştım. Korkmuyordum ama cesurda değildim. Elimi sıkıp ona sertçe baktım. Ağzımdan birkaç kelime savruldu:

"Sende kimsin?"

Bana doğru yavaşça yaklaşmaya başladı. Refleksen cebimden bir sustalı bıçak çıkarıp bağırdım:

"SEN KİMSİN!?"

Duraksadı ve bana dik dik bakmaya başladı. Bir müddet sessizlik oldu ve sessizliği bozarak;

"Neden buradasın?" dedi. Ne diyeceğimi bilemeden dişlerimi sıktım.

"Buraya benim neden burada olduğumu sorgulamaya gelmiş olamazsın. Sen kimsin ve neden bana saldırmaya kalkışıyorsun?"

"Saldırmak?" dedi ve tuğlayı bana doğru göstererek başını biraz sola eğdi " Ben sadece tuğla ile sana doğru geliyordum. Sense cebinden bir sustalı bıçak çıkarıp bana bağırdın. Üstelik ormanın derinliğinde senin gibilerin işi yokken buraya kadar gelmişsin. Sence de sorgulamaya hakkım yok mu?"

Aslında haklıydı fakat bu güvenilir olduğu anlamına gelmiyordu. Ormanın derinliğinde, kar maskeli ve elinde tuğla ile dolaşan bir adamın ne kadar güvenilir olduğu belirsiz.

Çakıyı yere doğru tutup sert bakışlarımı ona diktim. O da tuğlayı yere doğru tutup kapüşonunu düzeltti. Bir şeyler mırıldandı ve kıkırdamasını duydum.

"Söylesene... Neden benim yanıma geliyordun?"

Kıkırdamaları sesli bir hal alırken çevremden iki üç kişilik birkaç adım sesleri duydum. Bakışlarımı kaçırmadan çakımı sağlamca tuttum.

Dişlerimi sıkarak "...kahretsin". Balık tutuluyordu ve ben bir avdım. Peki bir av ne yapar?

"Canını seviyorsa kaçar." bıçağı cebime koyup gözlerimi yere diktim. Anlamsız ve hatırlamakta az da olsa güçlük çektiğim bir şarkıyı mırıldanmaya başladım.

"Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor. Balıkçı Chorgea geliyor, oltasını atıyor..."

Omuzlarımda ve kollarımda hissettiğim eller ile gözlerimi açtım ve karşımda tuğla vurmaya hazırlanan adamın karnına tekme basıp diğer ikisinin kollarından ayrıldım. Son hız ormanın derinliğine koşmaya başladım. Arkamdan takip edildiğimi ve beni öldürmeye çalışacaklarını biliyordum. Bu nedenle hızla ilerliyor ve 'onlara' yakalanmamaya çalışıyordum.

Çok ilginç gelecek ki az ileride lüks bir ev görmüştüm.- Üstelik böyle ağaçlık bir alanda-. Oldukça ilginçti fakat oraya koşma gereksinimi duymuştum. Arka bahçesine ilerleyip mesafemizi açmıştım. Evin arka kısmı geceyi anımsatıyordu. Adeta bir cenaze evi gibiydi. Az biraz korktuğum ve gerildiğim gerçeğini kimse değiştiremezdi. Etrafa bakındım. Bodrum katına benzer bir merdiven boşluğu görüp sessizce oraya koştum. Dikkat çekmemeye ve ses çıkarmamaya özen gösteriyordum.

Merdiven aralığına girmiştim ve demir paslı bir kapı fark etmiştim. Kilidi paslı olduğu için dayanıksızdı. Kilidi açıp gıcırdayan kapı eşliğinde hızla içeriye girdim. İçerisi karanlıktı. Tozlar uçuşuyor ve birkaç fare ciyaklaması duyuluyordu. Duvar üzerinde 4-5 tane ufak pencere vardı ve içeriye az biraz güneş ışığı vuruyordu. Adeta korku filmi gibiydi. Acaba daha önce hiç izledim mi?

Karanlığı delip geçen ışıklardan birkaçı ahşap, demir kulplu bir kapıya vuruyordu. Hızlı ve bir o kadarda sessiz adımlarımı oraya yönelttim. Kapı kulpunu elime aldığım sıra kapı ardından konuşma sesleri duymaya başlamıştım. Dinleme gereksinimi duyup kulağımı kapıya yasladım. Sesler biraz kızgın geliyor ve şöyle diyordu:

"Nasıl olurda böyle bir hataya düşeriz! Resmen dibimizdeydi ve biz elimizden kaçmasına izin verircesine o k*vaşeye kaybettik!"

"Sakin olmalısın Tim. Yoksa işler daha berbat bir hale gelecek."

"Fakat Thomas-"

"Herşeyi anlatırsak Slenderman bizi anlayacaktır."

"Ne diyeceğiz? 'Kız ile konuştuk sonrada yakalayacakken elimizden kaçtı.' mı?! Aman kalsın."

Aman Allahım! Bunlar onlar! Ne yapacağım şimdi? Resmen ölümümü kendi ellerim ile hazırladım. Hemde kurtulmaya bu kadar yakınken. Ah tanrım!

Yüzümden akan terleri elimle silip yere çömeldim. Kapı deliğinden fark ettirmeden baktım. Beyaz maskeli olanın belinde bir tabanca vardı ve eli ile şakağını ovalıyordu. Bir diğer kar maskeli olansa duvara yaslanıp yüzünün yarısına kadar çektiği kar maskesinin altından sigara içiyordu ve diğer maskeli kişiye kıyasla hiç gerginmiş gibi değildi. İçeriye biri daha girmişti.

"K-Kızı a-aramaya gidecek m-miyiz?"

"Önce senin için bir dil öğretmeni bulalım, sonra düşünürüz Toby."

Hey! Bu çok üslupsuzca ve kabacaydı! Bu onu çok kırmıştır.

"Masky sana daha fazla sakin olmanı söyleyecek moralim yok. Kendini kontrol etmeyi öğren."

Yanan sigarasını yere atıp üzerine basarak söndürdü ve benim olduğum tarafa gelmeye başladı.

"..olamaz."

Hızlıca çevremi yokladım ve ayağa fırlayıp koşacağım sırada kapı hızlıca açılmıştı ve turuncu led lamba eşliğinde duraksadım. Kar maskeli adamın gölgesi cool bir şekilde zemine yansıyor ve beni işaret ediyordu.

"...Balık igneye takıldı,"

Who Am I? [𝘛𝘢𝘮𝘢𝘮𝘭𝘢𝘯𝘥𝘪]Where stories live. Discover now