seventeen

998 142 159
                                    




beomgyu'nun açık bir kitap gibi olmasından hallice onun hakkındaki şeyler basitti. yanlış anlaşılmasın, beomgyu'nun bununla bir derdi yoktu. basit olmayı seviyordu. kendisini iyi tanıyor, sınırlarını bir insanla tanışırken kolayca belli edebiliyordu. derslerinden ailesine, ailesinden karakterine kadar her şeyi belliydi. belirgin. karmaşa denen şey yoktu hayatında onun. gün içerisinde kaç bardak kahve içeceği bile belliydi her zaman kafasında. o böyleydi işte. taehyun ise...

taehyun ise tam tersiydi.

beomgyu onu bir kelimeyle anlatacak olsa soğuk kelimesini seçmezdi. ya da huzursuz. okuldakilerin söylediği ucube tanımı ise dilini bırak beyninin köşesinden bile geçmezdi. bir kelime kullanabilseydi...sadece bir kelime... karışık derdi. karışık. öyleydi. karmakarışık.

evleri ortalama bir evdi mesela. durumları ortaydı. ama o buna rağmen para için dünya kadar tehlikeye bulaşmış, beomgyu'nun kafasının basmadığı sırlarla baş etmişti. annesi hemşireydi. hemşireler iyi kazanıyordu, beomgyu bunu biliyordu. o zaman neydi bir liselinin gözünde parayı bu kadar değerli kılan? borçluları mı vardı? taehyun, borçlular için para kazanmayı bırak götünü kaldırıp kendi için bile bir şey yapmaya üşenecek tarzda biriydi. o zaman neydi derdi?

okulda arkadaşı yoktu. ama voleybol gibi sürekli insanlarla iletişim içerisine girebilecek bir hobiyle ilgileniyordu. sadece resim çizemez miydi? ya da şarkı söyleyip bir youtube kanalı açabilirdi. haftalık video coverı bile yükleyebilirdi. beomgyu basit düşünüyordu. ama o voleybolu seçmişti. bu yüzlerce örnekten sadece biriydi. beomgyu diyordu ya. taehyun karışıktı.

"ölmüş müdür?" telaşla perdeleri çekiştirip kapattı ve hemen yan taraftaki apartmanla bağlarını kopardı beomgyu. dakikalardır aynı pozisyonda dikilen taehyun'a bir bakış atıp hızla do sik'in yanına gitti. kazağını parmaklarına kadar çekip hızlı atan kalbiyle adamın boynundaki şah damarına dokundu. parmaklarının altında hareketliliği hissettiği an neredeyse ağlayacaktı sevinçten.

nefretten onu kudurtan, korkudan sesini duyunca bile onu titreten ve önümüzdeki birkaç gün boyunca asla anlam veremediği bilinç altıyla ilişkili rüyalarına girip ona gecelerini zehir edecek tipte olan o adamın yaşamasına delice sevindi.

hayat cidden garip, dedi içinden.

titreyen elini çekerek yüzü kan içinde kalan adama bakmayı kesti. hızla taehyun'a adımlayıp yanına vardı. çöktü ve boylarını eşitledi. çocuğun yıkık görüntüsü boğazını kurutuyordu. "taehyun." taehyun'un öne düşmüş başına baktı. "tae," diyerek denedi bir kez daha yumuşak bir sesle. birkaç saniye sonra eliyle çenesinden tutup nazik bir hareketle başını kaldırdı. gördüğü yüz onu mahvetti. tamamiyle dağılmıştı.

ikinci defa taehyun'u böyle görüyordu. ve nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu.

aynı anda birçok şey yapmak istiyordu. göz yaşlarını silmek, ona her şeyin geçeceğini fısıldamak, sarılmak, kollarının arasına almak ve hiç bırakmamak... ellerini kaldırıp çocuğun yüzündeki sımsıcak göz yaşlarını silerken taehyun tam da beomgyu'nun gözlerine bakıyordu. "ben ne yapmam gerekiyor, bilmiyorum." beomgyu aniden hıçkırdı. içinde kötü bir his vardı. ve hoşlandığı çocuğun sakince yüzüne bakarak ağlamasını izlerken kalbi ağırlaşmış gibi hissediyordu. kalbi ağırlaşmış gibi hissetmek... böyle bir şey mümkün müydü?

"bana yardım etmen lazım, taehyun." fısıldadı. şu an en nazik ve yatıştırıcı ses tonunu kullanmaya çalıştığına yemin edebilirdi. iki eliyle gri saçlı çocuğun yüzünü kavradı. baş parmaklarıyla akmaya devam eden göz yaşlarını sildi. "bir tür travma geçiriyor olabilir. ambulansı aramalı mıyız? ne yapmalıyız, bilmiyorum. taehyun. yardım et. sen her zaman yardım edersin."

death of me • taegyuWhere stories live. Discover now