Bisikletin tekerlekleri yola saçılmış yaprakları ezerken rüzgarın saçlarımı savurmasına yardımcı olmak için başımı biraz daha arkaya attım. Sonbaharı tenimde hissetmek gibisi yoktu. Daha yeni iyileşmiş olmama rağmen hala akıllanmamıştım.
Aslında mesele sonbahar, ilkbahar değildi. Kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Geceden beri düşünüp durmaktan ceviz kabuğu kadarcık kalan aklım da uçup gitmişti. Dün Ekin bana sarıldığında meraklı gibi ona karşılık vermiştim. Üstüne üstlük bir de soyadı şakası yapmıştım. Aptal Asu, sana ne ki çocuğun soyadından? Güzel, de geç. Hem saçları ıslak diye endişelenmem de nesiydi öyle? Aman neyse ne. Arkadaştık biz ve arkadaşlar birbirleri için pekala endişelenebilirlerdi. Tekerlek çukura denk gelip sarsıldığında evrenin bile bu yalana inanmadığını fark edip yüzümü buruşturdum.
Sıcakladığımı hissedince pedallara daha çok asıldım. Biraz keman çalmak düşüncelerimi dağıtır diye atölyenin yolunu tutmuştum. Hem Pazartesi sendromu öncesi biraz motivasyon iyi olurdu. Anneme ilçenin bu tarafında daha sakin ve güzel bir etüt bulduğumu söylemiştim. Günün birinde tanıdıklar tarafından ifşalanırsam en azından bahanem hazırdı. Yalan da sayılmazdı aslında. Sahiden de benim için hazırlanmış özel bir etüt merkeziydi.
Bisikleti yokuş aşağı bırakırken rüzgar etkisini daha çok hissettirdiğinde gülümsedim. Yolu hızlı bir şekilde indikten sonra bisikletimi atölyenin yola bakan camlı kısmının önüne bıraktım ve geri çekilip üstteki kafelere şöyle bir göz attım. Atölyeye geçmeden önce kendime sıcağından bir kahve alma düşüncesi gülümseme sebep olurken kapıya yürüyüp içeri girdim.
Koridorun sonuna vardığımda atölyeye geçmek yerine merdivenleri tırmanıp yukarı çıktım. İlk katta bir tane kuaför salonu ve terzi vardı. İkinci katta ise bir restoran ve kafe olduğunu görünce hemen içeri daldım. Kasaya yönelip elden kahve alıp alamayacağımı sorduğumda hesap işleriyle ilgilenen çocuk beni büyük bir incelikle karşılayıp siparişimi verdi. Buraya şimdiden ısınmaya başlamıştım. Çok sakin bir muhitti ve ihtiyacım olan her şey elimin altındaydı.
Kahvem geldiğinde ücreti ödeyip merdivenleri geri indim. Çantamdan anahtarı çıkartıp içeri girerken kahveden aldığım yudum dudağımı yakınca yüzümü buruşturdum. Bu kadar sıcak olmasını beklememiştim. Elimi yelpaze yaparak çalışma odasına doğru ilerlerken içeriden bir tıkırtı duyunca duraksayıp kulak kesildim. Davetsiz bir misafirim mi vardı yoksa fare miydi? Birinci ihtimal beni korkuturken ikinci ihtimal tüylerimi diken diken etti. Farelerden nefret ederdim, sevmediğim tek hayvan bile olabilirlerdi. Ekin'e buranın anahtarının kimlerde bulunduğunu sormadığım için müthiş bir pişmanlık duydum.
Elimdeki sıcak kahve parmaklarımı yakmaya başladığında aklımda parlak bir fikir belirdi. Eğer içeride tehlikeli bir durumla karşılaşırsam savunma aracım hazırdı. Kedi gibi yumuşak adımlarla koridoru geçip kapıya yaklaştığımda aralık olduğunu fark edince hafiften ittirip başımı içeri uzattım. Ortaklıklarda kimse olmadığını görünce kahve bardağını havada tutmaya devam ederek içeri adımladım ve odanın ortasına doğru yürüdüm.
"Nesin sen, hırsız mı?"
Duyduğum sesle birlikte sıçrayarak arkamı dönüp kahveyle kendimi savunmaya geçtiğimde bileğimi yakalayıp çıkacak kazayı son anda engelledi. Neyse ki kahve büyük bardaktaydı da dökülüp ikimizin elini de yakmamıştı.
"Şşt sakin ol. Benim," deyince korkudan boğazıma kaçmış yüreğimle yüzüne baktım.
"Deli misin sen? Ödüm bokuma karıştı. Az kalsın hık deyip gidiyordum."
"Emin misin?" deyip güldü.
"Elindeki kahveyle birilerini haşlamayı düşündüğünü varsayarsak daha çok karşındaki kişi hık deyip gidecek gibi duruyor."
"Kendimi korumak da suç sayılır olmuş," deyip yüzümü buruşturduğumda bileğimi serbest bıraktı ama gülümsemeyi kesmedi. Ona burada ne aradığını soracağım sırada dudağındaki yara dikkatimi çekince kaşlarımı çatarak yanına adımladım. Parmağımı kabuklaşmış yaranın üzerine değdirince hafiften irkildi ama geri çekilmedi. "Nasıl oldu bu?" deyip gözlerine baktığımda yutkundu ve hala dudak kenarında duran parmağıma kısa bir bakış attı.
Onu rahatsız ettiğimi fark edince elimi hızla çekip arkama sakladım ve bir adım geriledim. "Önemsiz bir şey boş ver," dedi. Sesinin tınısı tuhaftı. Yorgun gibiydi. Kahve gözlerinde, dünkü heyecan yerine garip bir dinginlik vardı. Saç tellerinden bazılarının yine alnına yapıştığını fark edince "İyi misin sen?" diye sordum.
Halsizce başını salladı ama pek inandırıcı gelmedi. Ona tekrar yaklaştım ve elimi alnına uzatıp dokunmadan bekledim. Bu gidişle beni temas bağımlısı, sapık bir kız olarak tanıyacaktı. Çekincemi anlamış gibi gözlerime baktı. Sonra da başını eğip alnını avuç içime yaslayıverdi. Bu hareketiyle birlikte içim bir tuhaf oldu. Yumuşak yastık bulmuş, haylaz bir çocuk gibi gözlerini kapadığında yüz hatalarını inceledim.
Saçları kısaydı, yine de perçemleri alnının büyük bir kısmını örtüyordu. Düzgün bir burnu vardı. Gözleri hafiften çekik ve küçük görünseler de sık kirpikleri onları dikkat çekici yapıyordu. Sakalın, erkeklerin makyajı olduğu söylenirdi hep ama o, makyaja ihtiyaç duymayacak kadar yakışıklıydı.
Avuç içim ısınmaya başlayınca parmaklarımla perçemini iyice aralayıp tenine ulaştım.
"Sen yanıyorsun. Ateşin var," dediğimde "İyiyim," diye mırıldandı ama iyi falan değildi. Hatta ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. Onu belinden kavrayıp koltuğa doğru çekiştirdim ve oturmasını sağladım. Başı arkaya doğru düştüğünde gözleri hala kapalıydı. Elimdeki kahveyi sehpaya bırakıp rahat oturmasını sağlamak için bütün kırlentleri topladım ve yanı başına, dizlerimin üzerine çöktüm. Tek elimle onu doğrultup yastıkları arkasına sıkıştırmaya başladığımda saçlarım boynuna döküldü. Huylanmış olacak ki yorgun gözlerini aralayıp yüzüme baktı. Bir anda bakışlarımız kesişince fazla dip dibe geliverdiğimizi fark ederek doğruldum.
Boğazımı temizleyip bileğimde duran tokayla saçlarımı toplamaya giriştiğimde sessizce beni izledi. Bakışları dağınık topuzumdan başlayarak kulağımdaki küpeye kaydı, oradan da çeneme ve dudaklarıma. Gözlerini kapatıp yutkununca sırtındaki yastığı son kez düzeltip yanından kalktım. Islak bir bez bulup alnına koymalıydım. Diğer odadaki eşyaları hatırlayınca kapıya yönelmeden önce hala dumanı tüten kahveyi elime aldım. Tekrar ona dönüp "Ekin," diye seslendiğimde kedi gibi mırladı.
"Ben dönene kadar bunu iç. Sıcak sıcak iyi gelir."
Bardağı parmaklarının arasına tutuşturunca gözlerini aralayıp kahveye baygın bir bakış attı.
"Merak etme içine tükürmedim," dedim onu gülümsetmeyi umarak.
"Sadece bir yudum aldım."
"Tükürsen de olurdu," deyip yorgunca kıkırdadı.
"Belki içine tatlılığın karışırdı."
Nabzım bir anda hızlanırken yanaklarımın yandığını hissettim. Kesin fake atıyordu. Telefonda yazışıyor olsaydık bu cümlenin sonuna parantez içinde ünlem ekleyeceğine yemin edebilirdim. Ona aldırmamaya çalışarak kapıya yürümeden önce çantamdan telefonumu çıkartıp saate baktım. 12:06'ydı. Daha erkendi. Yine de bir an önce ateşini düşürmemiz gerekiyordu.
Selam!
Büşü yine kendini tutamayıp ikinci bölümü attı shdhd
Turkkahvesilover, bu bölüm sana gelsin🖤
Hepinize kalp kalp!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
01:28| TAMAMLANDI
Teen FictionSaat 01:28'di. Ona ilk mesajı attığımda... İnsanların alkole ya da tütüne bağımlı olduklarını sanırdım hep. Anlamsız bir sayı dizesinin de tiryakisi olunabileceğini hiç düşünmemiştim. Ta ki yelkovan ve akrep arasındaki yirmi sekiz dakikalık bir zama...