i

1.6K 176 352
                                    

"Bakın, şurada bir kafe var: Pandora'nın Yeri. Kahveleri ve donutları çok güzeldir. Amerika'nın donutlarıyla yarışır, o kadar diyorum. Kesinlikle deneyin." Dediği yere doğru baktım, arabanın penceresine biraz yaklaşarak. Diğer binalarla bitişikti ama o binaların arasında adeta parlayan bir kafeydi. Girişindeki tabelada tatlı bir fontla kafenin ismi yazıyordu ve buradan göründüğü kadarıyla her bir tarafı pembe ve tonlarıyla süslenmişti. Gerçekten sıcak bir yere benziyordu.

"Şehre uzak olduğu için ileride alışveriş merkezi de var, bütün ihtiyaçlarınızı görebilirsiniz." Dediğinde oldukça şaşırmıştım. Bu kadar gelişmiş bir yer olmasına cidden şaşırmıştım. Sonuçta, resmen dağdaydık ve alışveriş merkezi olması... garip gelmişti.

Pazartesi sabahı olduğu için sokaklar dünün aksine fazla doluydu. Dün babam bizi büyükbabamların yaşadığı yere götürdüğünde görmüştüm bunu. Onların yaşadığı taraf daha sessizdi. Nehire yakın bir yerdeydi ve mutfak camından da bir kısmını nefis bir şekilde görebiliyorduk. Ancak daha soğuk ve dediğim gibi, daha ıssızdı. Bu yüzden babamın evini tercih ederdim.

Her neyse.

Biraz sonra araba durdu. Önümüzden ve kaldırım tarafından geçen öğrencilere, ardından da gittikleri yöne baktım.

"Hadi bakalım! Geldik okulunuza, gerisi artık sizde." dedi, babam. Sırt çantamı alarak kapıyı açtığımda Jongseong'ta diğer kapıyı açmak yerine benim indiğim taraftan indi. Üzerimi düzeltip tekrardan etrafa baktım. Aynı formaları giydiğimiz öğrencilerin çoğu arkadaşlarıyla veya arkadaş gruplarıyla okul bahçesine doğru sohbet ede ede giriyorlardı. Birkaç kişi ile göz göze geldim ancak birbirimize herhangi bir tepki vermedik.

Babam camı hafifçe indirip bize baktı. "Nakit paranız var mı?"

"Kart okulda geçerli değil mi?" Diye soran Jongseong'un kafasına reflekslerim yüzünden istemsizce vurdum.

"Okul burası, ne sanıyorsun sen?" Söylendikten sonra da geri babama döndüm. "Bende biraz var, yeter bence. Yarın alırız senden baba, sen işine geç kalma." dediğimde başını sallayarak bize şans dilemiş, sonra da arabasıyla gözden kaybolmuştu. Biz de kırmızı ışık yandığında hemen karşıya geçmiş, okul bahçesine diğer öğrencilerle birlikte girmiştik.

Etrafa bakındım. Jongseong'ta ekranı buğulanmasına rağmen telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Birkaç kişi yeni olduğumuzu anlamış gibi bizden tarafı dönmüştü. Onlara bakmayı kesip okul binasına baktım. Beklediğimin aksine daha büyük ve gösterişli bir okuldu. Yaklaşık altı katlı, Doğu ve Batı yakası binaları olan ve ortasında da bu okulu birleştiren sanki bir köprü görevi üstlenen üçüncü bir binası vardı. Babam bu okul dışında burada başka bir okul olmadığını söylemişti, bu yüzden bu kadar büyük olmasına şaşırmadım. Kasabadaki tüm öğrenciler burada olmalıydı.

"Korecemle alay ederlerse ne yapacağım?" Jongseong İngilizce bir şekilde konuştuğunda ona döndüm. Ciddi ciddi sormuştu bunu.

"O zaman ingilizce bir şeyler söyleyerek aptal gibi kalmalarını sağla." Jongseong başını salladı, sanırım cevabımı sevmişti. Bende başka bir şey demeden önüme dönmüştüm. Okul binasının içine girdiğimiz gibi sıcak bir hava yüzüme ve bacaklarıma doğru hoş bir şekilde çarpmıştı. İçerisi fazlasıyla sıcaktı ve bu memnun bir ifadeyle gülümsetti beni. Böyle geçişleri oldukça severdim.

Jongseong ile aynı sınıftaydık. Normalde başka sınıflara verilmiştik ama babam bizi ayırmak istemeyip müdürden küçük bir ricada bulunmuştu. Müdür de onu kırmamıştı ve bu sayede de sınıflarımız aynı olmuştu.

Etrafa biraz bakındıktan sonra sınıfı bulmuş ve kapıyı çaldıktan sonra da usulca içeri girmiştik. Dersin hocası bizi sıcak bir şekilde karşılayarak kendimizi sınıfa tanıtmamızı istemişti.

Ethan's Heartache ⋆ ★ Lee Heeseung Where stories live. Discover now