104- Ölüm Havuzu

2K 128 35
                                    

Sarsak adımlarla hastane koridorunda ilerlerken gözlerim ayağıma geçirdiğim Osman'ın ayakkabılarındaydı. Sabah evden nasıl çıktığımı hatırlamadığım gibi ayağıma neden bu büyük, siyah, klasik ayakkabıları geçirdiğime bir mana veremezdim. Hem diğer tarafta hem bu tarafta üzerimde bulunan beyaz pijama takımı midemi bulandırdı. Hastanenin çıkışına geldiğimde titreyen bacaklarla merdivenden indim. İyi olup olmadığımı anlamak için beni hastaneye getirmişti. Kimse iyi olduğumu anlayamazdı. Kötüydüm. Çok kötüydüm. Beynim eriyordu.

Bedir'in ansızın önüme geçmesiyle korktum. Bir adım geriledim. Ona nasıl baktığımı bilmiyordum, koyu renk kaşları çatıldı. Avuçlarını kollarıma bastırıp yavaşça sıvazladı. Avuçlarının sıcak baskısını ince penyenin altından tenime nüfuz ettirirken üzerime daha da yakınlaştı. "İnanmak istemesen de ben oradaydım," diye fısıldadım. Bakışlarımı yere indirip düşündüm. Ben diğer tarafta gerçekten vardım ve gerçekten var olan bir şey vardı ki o da Sinan'ın peşimi bırakmayışıydı. Zihnimde yeşil gözler yankılanınca gözlerimi sımsıkı kapatıp avucumu alnıma bastırdım. Canımı alana dek beni bırakmayacaktı. Ayaküstü daha çok titredim. Bedir'in sıcak avuçlarını kollarımdan çekmesiyle vücudum gibi ruhum da titredi. Elimi alnımdan çekip bakışlarımı yerden kaldırdım ve kara inciliye baktım. Güzel gözlerini gözlerimden ayırmadan açık kahve kabanını omuzlarından sıyırdı ve saniyeler içerisinde omuzlarıma yerleştirdi. Kaşlarımı çatamayacak kadar gariptim. Bir sürü şey yaşayıp da hiçbir şey yaşamıyordum sanki. Bütün zorlukları bedenim göğüslerken ruhum yaşadıklarını yaşamamış varsayıp hiçbir şeyi hissetmez oldu. Kendimi hissedemiyordum.

Şahan, öz kardeşim değildi ve ben hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ediyordum. Beni ve bebeğimi öldürmek isteyen cani bir kadına karşı hayatımı sürdürmeye devam ediyordum. Bana tonlarca yalan söyleyip vicdan azaplarının en kara tonlarını yüreğime yayan adamın paltosu omuzlarımda olsa da bir karşılığım yoktu. Beynimin eridiği gibi hislerim de gidiyordu. Kendimi kendimde bulamayacak kadar yok oluyordum.

Arabasına doğru dalgın gözlerle yürüdüm. Kollarımı hangi ara Bedir'in mis kokulu kabanının kollarına geçirmiştim bilmiyordum ama bedenimin titremesi yavaşlamış, geriye sadece kuru soğuğa karşı direnen ben kalmıştım. Arabanın kapısını açtı. Düşünmeden yalancının arabasının yolcu koltuğuna geçip oturdum. Hâlâ kapımı kapatmamış olan Bedir'e bakışlarımı çevirdiğimde bana hayretle baktığını görmemle ona ters ters baktım. Bir anda gözüme batmaya başlamıştı. Gözüme bir ay önce batması gerekmez miydi? Neden şimdi? Hislerimi mi kazanıyordum yoksa? Güldüm. O sırada şoför koltuğuna yerleşen Bedir'in bakışlarını yeniden üzerimde hissettim. Yan yan baktığımda ise kara incilerinin yanaklarımda olduğunu görmemle bakışlarımı sertçe ön cama diktim. Gamzelerime bakıyordu.

Arabayı hareket ettirmeden önce ısıtıcıyı açtı, bir şeyler yaptı, ona bakmamak için gözlerimi ön cama mıhlasam da önümdeki torpidoya kolunu uzatırken dirseği bacağıma değdi, yine alttan alta beni cehennem ateşinde boğmaya başlamıştı. Elimle kendimi yelpazelerken arabayı güzel sesi doldurdu. ''Çok mu sıcak oldu?''

Bu yalancının sesine dahi kanabilirdim. İçimde büyük bir ağlama isteği olsa da gözlerime en ufak bir damla gelmedi. Ama ağlamak istiyordum. Aslında istemiyordum. ''Benimle konuşmanı istemiyorum. Senin yüzünden başıma neler geldi... Sırf seni İstanbul'da bulabilmek için Sinan'ı peşime takıp yola çıktım ve kaza yaptım.'' Yüzümü buruşturdum. Başıma korkunç bir ağrı yerleşse de dişlerimi sıkıp bastırmaya çalıştım. Bedir bana bakıyordu ama nasıl baktığını bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum. Aklımın başında olmadığının farkındaydı ama beni kıracak bir söylemde bulunmazdı. Çünkü o bir yalancıydı. Ayrıca ben de çok kırılmıştım. Beni kıracak bir söylemde bulunmayacağını da kim söyledi? Aradan beş mi yoksa on dakika mı ne geçse de araba hâlâ kıpırtısız olduğu yerdeydi. Kara incileri profilimi deşse de inatla bakışlarına karşılık vermemeyi sürdürüyordum. Ama onun benden daha inat oluşu su götürmez bir gerçekti. Gözlerimi bayarak kafamı ona çevirdim. Tepkisizce bana baktığını görünce gözlerinin içine baka baka gözlerimi devirdim. ''Pekala. Sor. Ne sormak istiyorsan sor,'' dememle her kelimemin ağzımdan bıkkınlıkla süzülüşüne şahit oldum.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now