"değersen erirsin, ıslanırsan ölürsün."

466 67 40
                                    

Carmen.

2001

...

dilerim tanrın cennetine alsın seni.
ve dilerim tanrın, beni daha fazla sensiz yaşatmasın.

bir ukdenin koynuna sarıldı tüm benliğiyle kederim.
günahkarların infazını seyre daldı buruk bendim.
öylesine bir firarla savruldu çığlığım.
ve kimse duymadı beni, 13 sahil boyunca yüreğinde cenaze taşıdım.

dizlerimin üstüne çöküyorum.
belki hiç atmadığım kadar çok çığlık atıyorum.
fazlasıyla gürültülü ve baş ağrıtıyorum.
kafamı hissetmiyorum.
ayyaşlığıma sığınıyorum, sanrım olsun diye ne kadar da çok dua ediyorum. tanrısı duymuyor beni, daha çok sinirleniyorum.
ve yine haykırıyorum. yine gökyüzüne mapure'm diye bağırıyorum.

"uçma. gitme bulutlara, benim kadar sevemezler seni." diyorum. ağlıyorum. sırılsıklam olan bedenini birde ben gözyaşlarımla ıslatıyorum.

duraksıyorum. gözlerimin önüne sabah onu yalnız bıraktığım geliyor. onu bu şehirden kurtarmak için çok uğraşmıştım. sonunda kabul etmişti. lakin benden bir söz alarak hazırlanmıştı. beni de yanına istiyordu. elbette ona karşı koyamazdım. lakin yakın zamanda mümkün görünmüyordu dediği ve ben yalan söylemiştim. o gittikten hemen sonra geleceğimi söylemiştim. bana inanmıştı.

dün geceyi hatırlıyordum, onu şarabımla çizmiştim. onu doyasıya öpmüş ve sevmiştim. yalan söylüyorum, doyamamıştım. ona doyamazdım. çillerini öpmüştüm. dün geceki ağrımın bu sabaha çıkacağından habersiz sevmiştim mapure'mi ve o bilmiyordu tabii onu neden bu denli kıyamayarak sevişimi.

sevişiyordu belki ruhlarımız, bir ninni gibi işliyordu kulaklarına onu daha çok isteyişim. ve bu doyumsuzluk tanrısının hoşuna gitmemişti belli ki. ama ben son kez'imi biliyormuş gibi veda ederek sevmişim onu. şimdi nasıl da yanıyor canım, kim bilebilir ki?

bir kor kavuruyor yüreğimi. ruhsuz bedenini çekiyorum göğsüme. onun yastığı olan göğsüme. o öyle diyordu tabii.
kirlenen yüzüne bakıyorum. göğsünde denize dönen kırmızılığa bakıyorum. artık kandan nefret ediyorum. kalbine indirmişler hançeri. kavgaya yetişemediğim için kendimi suçluyorum. ondan nefret ettiklerinde sustuğum için kendimi öldürmek istiyorum. onu korıyamadığım için kendime lanet okuyorum. hemde binlercesini, bir beddua ile tanrısına sesleniyorum. eğer canları yanmazsa ben yakacağım diyorum. lakin beni ateşimin başka bir cesetle daha soğumayacağını biliyorum. sadece ona, bunu yapanların canı yansın istiyorum. benim de canımın yanacağını bildiğimden suskun kalıyorum.

üzerimdeki ceketi zorlukla üzerimden çıkartıp üşüyen bedenine sarmalıyorum, kollarıma daha sıkı alıyorum. sanki biri benden onu koparacakmış gibi endişeleniyor ve reddediyorum. göğsündeki kırmızı denize bakamıyorum. karşımda hırçın dalgalarla bize değen denizin mavi dalgalarına bakarak çaresizce ağlıyorum.

"mapure'm. mapure'm. mapure'm."

adını sayıklıyor ve bedenini de kendimle birlikte bir ileriye bir geriye sallıyorum. bebeğini uyutmaya çalışan bir anne gibi...
göğsümü beşik yapmıştım ruhsuz bedenine.
o huzurla uyusun diye daha sessiz ağlıyordum şimdi.
lakin bağırırsam ve geri döneceğini bilsem hiç susmazdım.
alnımı alnına dayayıp fısıltıyla soruyorum ona:

"söylesene dudaklarını neden ölüm öpmüş gibi?"

o söyleyene kadar kabul etmeyeceğimi biliyorum gidişini.
ve belki saatlerce oturuyorum orada, denizi okyanusa dönüyor sonra. kalbine bir ritim verilsin diye tanrıdan benim canımı almasını istiyorum. kimse duymuyor beni. kimse görmüyor ve yardıma gelmiyor. transa girmiş gibiyim. elim, ayağım tutmuyor. tir tir titriyorum ve göz pınarlarım kuruyana dek ağlıyorum.

faydası yok tabii, biliyorum.

onlarca belki yüzlerce kez öpüyorum. kendimi tutamayıp onu göğsüme gömercesine kafasını kalbimin üstüne yaslıyorum.
ve bir gürültü kopuyor gökte, sanki acıma eşlik ediyor.

"mapure. mapure, carmen sana yaşamanı söyledi.
carmen sana, burada seni yaşatmayacaklarını söyledi.
mapure, carmen sana gitme dedi."

"yalvarırım geri dön. beni bu dünyadaki cehennemde tek başıma bırakma. ya da beni de al yanına."

bütün sözlerimin ve sorgularımın onun kulaklarında kifayete ermediğini bilsem dahi hiç susmadan yalvardım.

"şeker prens, yağmur yağıyor." dedim artık ağlamayı bıraktığımda.

" eriyeceğiz."

"ben tuz kral. sana geldim, gidelim buradan. bu yağmur bizi eritecek."

"bu yağmur senin bildiğin yağmur değil prensim. bu yağmur bizi yok edecek. kalk prensim. kalk mapure'm. sen daha küçüksün, bilmezsin. beni dinlemelisin. yalvarıyorum...gidelim."

uyanmadı. benimle gelmedi. beni bırakıp, huzuruna gitti. tanrısını kıskandım. şimdi cennetinde onun gülüşünü görebilecekti. bense cehenneminde göğsüme düşen ateşiyle birlikte kavrulup kül olacaktım. sonra o kül yenilenecekti, benim cezam asla sonlanmayacaktı. tanrı sırtıma öyle bir hüküm giydirmişti ki, boğazımdaki prangalar bile kordandı. aldığım her nefes zehirdi. gördüğün her şey çöl ve seraptan ibaretti. onun yokluğuyla aklımı dahi kaçırmıştım. lakin gidişine asla inanmamıştım.

...

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
şeker prens ve tuz kral ✔️Where stories live. Discover now