Ya öldür, ya sen söndür.

128 15 20
                                    

09.02.2020

Kaçıncı başlayışım bu yazıya bilmiyorum. Boğazıma dizilen kelimeler nefes almamı dahi engelliyorken kalem oynatmak oldukça zor fakat yine de deneyeceğim. İlaçlar yüzünden elim çok fazla titrediğinden yazım biraz kötü, kusura bakma her kimsen. Umarım bunu rahatlıkla okuyabilirsin.

Açıkçası pek fazla yazma taraftarı değildim. Zira gözlerinin önünde avaz avaz bağırıyorken kulaklarını tıkayan insanlara, tek bir "elveda" dahi bırakmak içimden gelmiyor. Ama umut ediyorum ki bu mektup beni anlayabilecek insanların eline geçecek.

Biraz uzun bir yazı olacak. Nitekim arkamda bırakabileceğim tek miras; yarım kalmış bir sevdadan ibaret. Fakat önce size hikayemin baş karakterini tanıtmam daha doğru olacaktır.

Adı Ozan. Adını yazarken bile iliklerime kadar özlem dolduğum çocukluk aşkım, yakın arkadaşım ve izin verilseydi belki de hayat ortağım. Tabii ilk önceleri sadece yan komşunun haylaz oğlundan ibaretti.

Bizim eve ilk geldikleri gün annesinin arkasına saklanmış, büyük yeşil gözleri ile beni süzüyorken; utangaç, sevimli bir çocuk olduğunu düşünmüştüm. İleride beni hem yakacak hem de yaşatacak o yeşil gözlerle ilk karşılaşmam bu şekildeydi.

Utangaçlığını üzerinden atıp çocuksu neşesini ortaya çıkarması uzun sürmemişti. Zaten o hep öyleydi. Ortama girdiği an sanki bahar gelirdi de tüm soluk renkler canlanırdı.

O gün gayet iyi de anlaşmıştık, ta ki en sevdiğim oyuncak arabamı kırana kadar. Babamın hediyesiydi ve benim için o kadar değerliydi ki, Ozan'ın elinde iki parça halinde gördüğüm zaman adeta çıldırmıştım. İsteyerek yapmadığı belliydi fakat ne pişmanlıkla parlayan yeşilleri ne de "özür dilerim, bilerek olmadı." telkinleri beni sakinleştirmeye yetmişti. Şimdi bir kere daha görebilmek için canımdan vazgeçebileceğim yüzünü, o an görmek dahi istememiş ve kovmuştum onu odamdan.

Çocuktum, en değerli varlığım oyuncaklarımdı ve bu oyuncağımı kıran haylaz çocuğun gelecekte en değerli varlığım olacağını bilemezdim. O zamanlar odamdan ağlayarak çıkışını umursamamıştım fakat şimdi düşününce keşke yine elinde kırık arabamla dikilseydi karşımda, keşke ağlatmak yerine sarıp sarmalayabilseydim onu.

İçeride annem ile sohbet eden annesinin yanına gidip eve dönmek istemişti. Apar topar bir vedalaşma ardından gittiklerinde annem tarafından yediğim azarı hiç unutmam. Ağrıma gitmişti. Oyuncağı kırılan bendim, azarı yiyen de bendim. Ne anlamıştım ben bu işten?

O günden sonra Ozan ilk ve tek düşmanım haline gelmiş, o yaşımda bana nefreti tattırmıştı. Şimdi aşkı ile yanan kalbim o zamanlar nefreti ile kavrulmuştu.

Ertesi günler o sanki hiç oyuncağımı kırmamış ve ben de onu hiç kovup ağlatmamışım gibi yanıma gelmişti. Benim gibi kin tutamazdı, yufka yürekliydi. Ona olan aksi tavrıma rağmen sürekli konuşmaya çalışır, oyunlarıma zorla katılır ve onca terslemelerimi umursamadan masum neşesini sürdürürdü.

En masum duygular çocuklara aittir derler, gerçekten de öyleydi. Ona olan nefretim minik yüreğimde saman alevi gibi hemen yanmış hemen de sönmüştü. Kısa zaman sonra o nefretin yerini sevgi, alevin yerini çiçekler almıştı adeta.

Kavgayla gürültüyle başlayan ilişkimiz, yaş ilerledikçe yakın arkadaşlığa evrilmişti. Öyle ki; birbirimizin ailesinden birer parça olmuştuk. Okul zamanlarında annesi Ozan'a yaptığı her şeyden bir tane fazla yapıp bana gönderirdi. Annem bana aldığı her şeyden bir tane de Ozan'a alırdı. Annemin ikinci oğluydu Ozan. Kardeştik onların gözünde, birdik.

Zaman durmadı. Keşke dursaydı. O güzel zamanlarda kalsaydık da doya doya bir kez daha onu yaşayabilseydim. Onunla başlayan her günümün aslında bir hediye olduğunu çok geç anladım. O kadar geç anladım ki, ellerinin sıcaklığı yerine mezar taşının soğukluğu işliyordu artık iliklerime. Pekala ben kaldığım yerden devam edeyim zira onu resmetmem gereken daha çok kelimem var. Korkarım eksik anlatmaktan.

Son Mektup (bxb)Where stories live. Discover now