Seni beni ele layık görüyorlar.

51 13 14
                                    

10.02.2020

Saat 21.00. Güneş yerini aya bırakalı çok oldu ve ben anca kalemimi oynatabilmek için güç toplayabildim. Bedenen daha iyi olsam da anlatacaklarım dolayısıyla ruhum titriyor.

Bazı anları anlatmak, o anı yaşadığınız zamandan daha çok yakar canınızı. O zaman fark edemediğiniz her detay, hissedemediğiniz her duygu, isteyip de yapamadığınız her eylem bir bir gün yüzüne çıkar ve bir ok olup saplanırdı kalbinize. Ama en acısı da; bir daha o ana dönüp hiçbir şeyi değiştiremeyecek olmanızın getirdiği çaresizliktir.

Keder, acı, mutsuzluk ve nicelerini yaşadığım şu dönemde beni belkide en çok yıkan çaresizlikti. Diğer hepsi bir gün geçerdi de çaresizlik sürekli döngü halinde karşıma çıkıyor. Size en büyük çaresizliğimi anlatmadan önce dün kaldığım yerden devam etmek isterim.

Parktaki o itiraf gününden sonra 'imkansız' olarak adlandırdığım bu sevda karşılık bulmuş, hayatımın en güzel günlerine geçiş yapmıştım. Zira insan mutlu olunca güneş bir başka doğuyordu, şarkılar bir başka çalıyordu, kuşlar bile bir başka ötüyordu.

O gece eve sarhoş gibi gitmiştim. Aslında sarhoştum fakat buna 'mutluluk sarhoşluğu' deniyordu. Tüy gibi hafiftim. Önceleri sadece bir ağırlık gibi hissettiren kalbim yükünü atmış, daha önce hiç tatmadığı bir ritimde çarpıyordu. Suratım sürekli gülümsüyor, içim içime sığmıyordu. Hatta öyle ki; uzun zaman sonra böyle mutlu gülümsediğimi gören annem yanıma gelip üzerimi koklamış, alkol almadığımdan emin olmaya çalışmıştı.

Ertesi gün, uzun zaman sonra ilk defa bu kadar dinlenmiş ve mutlu uyanmıştım. Her gecemin rutini haline gelen kabus sonrası ağlamalar gitmiş, yerini yorgun bir bünyenin huzurlu uykusu almıştı o gece. Eğer onca acıyı bu mutluluk için çektiysem her gözyaşına değer diye düşünüyordum.

Günlerdir ayak sürüyerek zorla gittiğim okul için o sabah hızla hazırlandım. Tabii bunun sebebi tahmin edersiniz ki okul değil, Ozan'dı. Onun artık 'sevgilim' olması hala gerçek üstü bir hayal gibi geliyorken, eğer bu bir rüyaysa hiç uyanmamayı diledim defalarca. Çok geçmeden de beklediğim kişi çalmıştı kapıyı. Sanki onu ilk defa görecek gibi heyecanlı oluşum garip ama güzeldi.

Çantamı kapıp kapıyı açtığım sırada dünkü görüntüsünden eser kalmamış, gözleri ışıl ışıl parlayan adam ile karşılaştım. Suratındaki minik gülümsemesi o kadar güzeldi ki karşılık vermeden duramamıştım.

Ondan gelen tek bir tebessüm bile bir armağan oluyor, kalbimi hızlandırıyordu. Şimdi hayalimde kalan gülüşleri hala üzerimde aynı etkiyi yaratıyorken o gülüşlerin solmuş olmasını kabullenemiyorum.

Zor da olsa tek yürümeye alıştığım okul yolunda, yanımda yine Ozan'la yürüyor olmak muhteşem bir histi. Yol boyunca havadan sudan sohbet ettik. Yeni sevgili olmuş insanların ilk konuşması maç olur muydu? Bizim için olurdu. Sevgiliydik ama aynı zamanda hala yakın arkadaştık biz.

Birkaç defa elim eline gitmişti fakat gelin görün ki hem yaşadığımız semtte tanınıyor oluşumuz hemde toplumun genel tavrı yüzünden çekinmiştim. Bana söylenecek hiçbir şey umrumda değildi lakin Ozan'ın üzülmesinden ve etkilenmesinden deli gibi korkuyordum.

Oysa korkulacak ya da tepki alacak hiçbir şey yapmıyorduk. İnsan birini sevdiği için korkmalı mıydı? Neden insanlar sevgiden korktuğu kadar nefretten korkmuyordu? Sevgi yaşatırdı fakat nefret öldürürdü.

Hem kalbin cinsiyeti yoktu. Sevda bir kalbe düşmeden önce cinsiyetine, dinine, diline, ırkına bakmıyordu. Aşkın seçeneği yoktu. Onu seçeneklerle sınırlandıran insanlardı. Herkes kalbine bir sınır koymuş, kendini duvarlar içerisine hapsetmiş ve bunu 'normal' olarak adlandırmıştı. Onların normallerine uymayanlardan da nefret etmeyi seçmişlerdi. Halbuki özgürlük aşkın en vazgeçilmez özelliği değil miydi? Benim kalbim bir kalbi sevdikten sonra ne önemi vardı ki cinsiyetinin?

Son Mektup (bxb)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora