1. Bölüm

94 12 0
                                    

"Gülümse!"

Dudaklarımın kenarları ıstırapla kıvrıldı, gülümsemek istemiyordum. Fotoğraf çekilmekten zerre hoşlanmazdım.

"Daha önce kimse sana ne kadar sıkıcı olduğunu söyledi mi?" Ecem sırıttı. İnci dişleri, kelimelerinin ardındaki manayla parıldıyordu.

"Evet," dedim, bu sefer dudaklarıma gerçek bir tebessüm kondurarak. "Sen söylüyorsun."

Ecem pes edercesine ofladı, fotoğraflara karşı olan hoşnutsuzluğumla aşikardı.

"Sanki seni esir tutuyormuşum gibi duruyorsun," dedi sitem edercesine. Elini çenesine dayamış, çaresizce fotoğraflara bir daha göz gezdiriyordu. "Ne olurdu hafif tebessüm etsen?"

"İncilerim dökülürdü." dedim, alayla. "Hem senin yüzünden kahvem de soğudu," Yarı dolu, yarı boş kahve fincanımı işaret ederek özlemle iç çektim. "Bana borçlusun."

Ecem'in su yeşilini çalan ela gözleri aradığı fotoğrafı bulmuşçasına parıldadığında, kendimi bir yorumda daha bulunmamak için zor tutuyordum. Bu hallerine göz devirmemek elde değildi.

Bunu sezermişçesine, delici bakışlarını tekrardan yüzüme sabitlediğinde, tek kaşı alayla kıvrılmıştı. "Gıcık." dedi, nefesinin altından. "Bunu paylaşıyorum."

Ona sevimli bir bakış attım. İsteyince gülümseyebiliyordum.

Le Petite Paris bugün tıka basa doluydu. Normalde de oldukça yoğun olan kafe, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmış, olduğundan daha berrak ve iç açıcı görünüyordu. Kafe'den sızan buram buram taze hamur işi kokusuysa cabasıydı. Buraya bayılıyordum. Pastanenin kendine has, Retro Fransız havası İstanbul'un coşkun sokaklarıyla harmanlanınca adeta enfes bir görüntü oluşuyordu. Kırmızının can bulduğu bu minik mekân, Beşiktaş'ın gürültülü, canlı sokaklarında atan bir damar gibiydi.

Şimdiyse terasta oturmuş, insanları izliyorduk. Akaretler bugün, top sektiren çocuklarla, şenli gol sevinçleriyle inliyor, mesai saatine yetişmeye çalışan, telaşlı, pile etekli kadınlarla dolup taşıyordu. Bense elimde filtre kahvem ve bol tereyağlı kruvasanımla canlanmış, günün ilerleyen saatlerini planlıyordum.

"Mon Cheri! "

Heyecanla ayaklandım. Gözlerim, bu tanıdık sesin sahibini ararcasına kalabalığı taradı. Bu cilveli şive, Le Petite Paris'in sahibinden başka birisinin olamazdı. En samimi gülümsemelerimden birini takındım. "Madam Louise! Bugün nasılsınız?"

"Ah, her zamanki gibi şekerim." Dedi Madam, yanaklarıma ıslak, sıcak öpücüklerinden birini kondururken. "Seni uzun zamandır buralarda göremiyorum. Tu m'as manqué."

"Pardon Madam, son zamanlarda biraz meşguldüm."

Madam Louise, elini önemli değil dermişçesine silkti. Gülümsedim. Benden yaşça büyük olan bu zarif, alımlı kadın, benden oldukça da uzundu. Sıska, süt beyazı kollarında kaybolurken, şekerli vanilya kokusu burnumu gıdıkladı. Madam, beni sıkıca bağrına bastı, bende kollarımı özlemle ince beline doladım.

Geri çekilirken yüzünde her zamanki kusursuz tebessümlerinden biri vardı.

Bu sefer de, "Ecem!" diye sevinçle şakıdı Madam. "Nasılsın tatlım?"

Ecem'in gözleri zarif bir tebessümle kısıldı, reverans yaparcasına eğildi. "Madam," dedi aynı sevinçle karşılık verirken. "Bizlere şeref kattınız, oturmaz mısınız?"

"Deli kızlar," dedi mutlulukla Madam, ona oturması için işaret ettim.

Madam Louise her sabah olduğu gibi bugün de kırmızı rujunu sürmüş, yanaklarını çiğ, pembe allığıyla boyamıştı. Fönlü saçlarının sarısında seçilen birkaç beyaz tutam, alnını perçemliyordu. Mavi gözleri hafif bir maskarayla çerçevelenmiş, sürmelerini çekinmişti.

KâinatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin