106- Pamuktan Bir Kafes

1.9K 134 149
                                    

Gökyüzünün maviliğinde gözlerimizi kaybetmek, sessiz doğanın yeşilliği arasında uğuldayan rüzgara tenimizi kaptırmak, koca bir tarlanın arasında usul usul sallanan çeşitli çiçeklerin kokusunu burnumuza hapsetmek... Bunlar huzur muydu? Huzur diye bir şey yoktu. Huzur sandığım insanların, aslında yok olduğunu görmüştüm. Canım yana yana zihnime kazınan, boğazımda yutamadığım o acı şeyi öğrenmiştim. Kimseye güvenmemeyi. Babama güvenmemeyi, hayatımdaki adama güvenmemeyi... Bu iki adam yüzünden hayatımdaki iyi insanlara dahi güvenmeyecektim.

Bana bile güvenmeyeceksin diyen babama güvendiğim gibi kimseye güvenmeyecektim.

Hava soluktu. Yarım saattir pencerenin önünde ayakta dikilmiş, yolu gözetliyordum. Üzerimde bir bunaltıcılık vardı, tadım yerinde değildi, içimdeki zehrin varlığını bugün daha çok hissediyordum. Çaresizliğin içine kısılmış, duvarları olmayan o boşlukta sürekli bir şeylere çarpıyordum. Zemini olmayan yere boylu boyunca dökülüyor, hemen ardından kendimi kendim birleştirip ne olduğunu bilmediğim yerde ayaklanıyordum. Bugün bir gariptim. Uyumamıştım. Uyumayı düşünmüyordum. Uyursam gözümü diğer tarafta açacaktım.

Evde yalnızdım. Sabah Kenan amcaya kahvaltı hazırlamama fırsat kalmadan evden gitmişti. Bu iyiydi, hiç değilse dolapta bir şey olmadığını görmeyecekti. Derin bir nefes alıp parmaklarımı avuç içime gömdüm. Birilerine güçlü olduğumu göstermek zorunda değildim. Güçsüz olduğumu göstermek zorunda da değildim. O an ne isem insanlar artık onu görecekti. Çoğunlukla insanların yüzümde göreceği şey nefret olacaktı. İçimde bir şeylerden tiksinen bir hava birikti. Mide bulandırıcı, görmeye tahammül edemediğim bir şeyler... Mesela sabah henüz kimse uyanmamışken kapının önünde bulduğum bir sürü alışveriş poşeti... Bir aydır Bedir benim için alışveriş yapsa da her seferinde o yiyecekleri yolun kenarına bırakır, ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını beklerdim. Bazen de mahalledeki çocuklara dağıtır, evlerine götürmelerini izlerdim. Bedir'in benim için yaptığı şeylerin sahibi ben değildim. Artık değil... Benim için bundan sonra bir şey yapamazdı.

Pencerenin dibinden ayrılıp odanın ortasında durdum. Aklımda bir sürü şey vardı, aynı zamanda hiçbir şey. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne yapacağımı bilmiyordum. Adım atmalıydım. Adım atacak dermanım da vardı ama isteğim yoktu. Ruhumun, bedenimin kırılışı gibi aklım da kırıldı. Çok boştum. Gerçeklere ulaşmak içimi boşaltmıştı. Bugün gerçekten gariptim.

İleri doğru bir adım attığımda yeniden duraksadım. Bugün de ablamdan haber yoktu. Biliyordum ki en ummadığım an onu karşımda bulacaktım. Bir gün gelecekti. Ama ne şekilde geleceğini zihnim hayal etmek istemedi. Çünkü zihnim sadece mezarlık görüyordu. Koca koca mezarlıkların içinde karanlık cesetler... Çukur mu karanlıktı, ölü çehreler mi? Tek karanlık bendim. Kendi çukurumdaydım. Çukurun karanlığına oturmuş, ölü ruhumu canlı bedenimde hayatta tutmaya çalışıyordum. Tüm karanlığıma rağmen.

Yavaş adımlarla yatak odasına geçtim. Kenan amca banyoda ıslak kıyafetlerini değişirken ıslanmış bir kartını banyodaki peteğin üzerinde unutmuştu. Benden o kartı istemişti. Kartı korumalardan birine verebilirdim ama istemedi. Ben götürecekmişim. Soğuk gülüş dudağımın kıvrımını daha da soğuttu. Benimle arasındaki buzları eritmeye çabalayan bir adam. Adamlar...

Çekmeceyi kendime çektiğimde gözlerimi hapsine alan ışıltıya buz bakışlarımla eşlik ettim. Hislerim çok eridi, herkes izledi. Çekmecenin içine elimi sokup bana herhangi bir şey hissettirmeyen o şeyi aldım. Bakışlarımı önüme çevirip yürümeye başladığımda bugün elimin karnıma gitmediğini düşündüm. Onu çok seviyordum. O yüzden ellerimle şişkinliğe dokunmak istemedim. Çünkü beni yumuşatıyordu. Aklımı çocuklaştırıyordu. Düşünemiyordum. Bütün o gerçeklerin üzerine ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir aydır genellikle tek muhatabım Arkadaşım Bebekti ve ben onunla bebekleşemezdim.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin